***
Bu blogun son yazısını yazıyor olabilirim (eğer kızlardan sürpriz bir yazı çıkmazsa). Gerçi zaten 15 aydır tek bir satır paylaşmamışız. Yeni yazı olmayınca tıklanma sayısı epey düşük olsa bile, ziyaret eden az sayıdaki kişiye karşı sorumluluk hissediyorum: değişen durumlarımızı burada paylaşmamanın eksikliğini...
Doğrudan sadede, yani tam da paylaşmak istediğim konuya gelirsem, Çandır Candır'ın sonuna geldik. Bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzere, en son, yan yana iki evde dört kişi yaşıyorduk. Benim de içinde olduğum büyük evde Burcu, Begüm ve benim odalarımız vardı, yandaki küçük evde ise Gülengül'ün odası ve Burcu'nun keçe atölyesi. Toplu yaşam tamamen büyük evde dönüyordu; yemekler burada yapılıyor, yeniyor, burada ortak vakit geçiriliyor, misafirler burada ağırlanıyordu. Geçtiğimiz yaz aylarında ise birtakım değişimler oldu ve buradaki durumlar, yerini farklı bir şekle bıraktı.
Değişim, kronolojik olarak şöyle gerçekleşti: Önce Begüm, yaz sonlarında evden ayrıldı gibi oldu (eşyaları hâlâ burada, hatta kiraya bir miktar katkı sağlamaya devam ediyor ama Çandır'a çok seyrek olarak geliyor artık) ve kendini Kabak'ta buldu. Görünen o ki orada keyfi yerinde. Sonrasında Gülengül'le, birlikte yaşamaya dair vitesi bir kademe düşürmeye ve komşu olmaya karar verdik. O, küçük evde tek başına yaşamaya başlayacak, ben/biz ise büyük evde devam edecektik. "Ben-biz" dedim, zira Burcu da birkaç ay kalıp başka arkadaşlarımızın yanına geçecekti; böylece ben ise burada tek kalmaya başlayacaktım. Planlar biraz değişti ve Burcu birkaç aydan biraz daha fazla Çandır'da kalmaya devam ettiyse de geçtiğimiz hafta itibariyle İzmir'in bir köyünde Doğukan ve Filiz'in yanına taşındı.
Böylece birkaç ay içinde dördümüzün de hayatında ciddi değişimler meydana gelmiş oldu; iki kişi yer değiştirdi, diğer ikisinin ise evle olan ilişkisi değişti. Dahası, birlikte yaşamımıza yumuşak bir nokta koymuş olduk. Gerçi hayat ne getirir bilinmez, iyisi mi biz buna noktalı virgül diyelim, ne olur ne olmaz.
***
Bu gelişmeleri paylaşmayı aylardır çok istedim. Birçok insanın gözünde başlangıçlar çok kut'lu ve mut'lu iken bitişlere genelde hüzünle yaklaşılıyor. Tam da bu nedenle bitişleri pek duymaz, sessizce geçiştirirken başlangıçları kutluyor, seviniyoruz. Doğumun çok harika ama ölümün üzücü, başlayan ilişkilerin mutluluk verici ama ayrılıkların vahlanası olduğu gibi, buradaki deneyimimizin form değiştirmesi de olumsuzluk, başarısızlık vs. gibi görünebilir birçoklarına. Ama hayat hiç de öyle bir şey değil bana göre. Her bitişin yeni başlangıçlara, ölümün yaşama gebe olduğunu biliyorum ve bundandır ki bu döngüleri, süreçleri sevgiyle karşılıyorum. Kaldı ki önemli olan varılan yer değil, yolun kendisi ya hani...
Çandır'da, şu an yaşamaya devam ettiğim bu evde, önce dört kişilik (Burcu, Bülent, Begüm ve ben), sonra üç kişilik (Bülent ayrıldığında), sonra ise Gülengül geleceği zaman yan evi de kadroya katarak yine dört kişilik bir yaşam sürdük. Çok fazla misafir-eş-dost ağırladık, birkaç etkinliğe ev sahipliği yaptık, hayâl etiğimiz topluluk yaşamının çok küçük bir sürümünü deneyimledik ve bu deneyimler, ilerideki niyetlerimizi de şekillendirmemizi sağladı, sağlıyor. Çemberi hayatımızdan pek eksik etmedik, çoğu zaman kalpten ve candan iletişim kurmayı becerdik, beceremediğimiz dönemler oldu ama sanırım bunlardan da öğrendik ve gerek yapabildiklerimiz gerekse yapamadıklarımız, bundan sonraki hayatımıza ışık tutacak, bize rehber olacaklar.
Çoğu zamanımız epey keyifli ve paylaşımlı geçti, zaman zaman aynı çatının altında birbirimizden sıkıldık, bazı davranışlarımıza veya huylarımıza gıcık olabildik, tetiklendik. Bu durumları bazen paylaştık, bazen içimizde tuttuk. Paylaştıklarımız bizi hep çözülmeye ve ferahlığa götürürken, paylaşamadıklarımız yük oldu, taşımak zorunda kaldık. Öğrendiğim ve umarım ki uygulamayı unutmayacağım başlıca ders bu zaten: İçinde tutma! Ne olursa olsun tutma. "Üzer miyim, kırar mıyım?" deme. Paylaş, mutlaka paylaş. Dan dun paylaşma tabii, önce bir nefes almayı unutma, şefkati bir kenara koyma, doğru zamanda doğru kelimeleri getir yan yana; "ben dili"ni de ihmal etmeden. Böyle yaparsan zaten, kırgınlık falan olmuyor pek. Olsa dahi hızla tamir oluyor. Kaldı ki bir şeyi içte tutmanın yükü çok ağır, çok kocaman. Her şeyden büyük. Tuttukça daha fazla büyüyor, kendi kendini besliyor ve bir dev'e dönüşüyor. Hiç gereği yok. Söyle gitsin. At, kurtul! ((: Ama elbette ki özenle...
***
Peki bundan sonra ne olacak? Bir toplulukta yaşamak, hepimizin niyetlerinde yer almaya devam ediyor. Hatta dördümüzün de içinde bulunduğu bir grup insan bunun yollarını araştırıyoruz. Bazen yüz yüze buluşuyor, bazen skayplaşıyor, bazense yazışıyoruz. Sürecin nasıl ilerleyeceğini ve neye evrileceğini kestirmek kolay değil lâkin ciddi düşünüyoruz, orası kesin. Bir-üç yıl içinde, bir kısmımızın ya da hepimizin, yeni -ve belki de- nihai yaşam alan(lar)ımıza geçiş yapacağını hem umuyorum hem buna inanıyorum. Bu süreçte akışa güvendiğimi(zi), acele etmediğimizi paylaşmak isterim.
Evet, buradaki sürecin şekil değiştirmesi topluluğa olan inancımızı ve isteğimizi azaltmadı. Zaten en başından beri, büyük bir arazide ve herkesin kendi küçük evinin olacağı bir yaşam şekli hayâl ediyorduk; buradaki süreç bunun kaçınılmazlığını gösterdi bize. Aynı çatı altında bir süreliğine yaşamak fena olmuyor ama bir yerden sonra zor olduğu gibi, dostluklarımızı bile yıpratabiliyor. Özel alanlarımızı koruyan bir yaşam şekli inşa edersek bu işi kıvırabileceğimizi sanıyorum. Yine bir takım zorluklar olacaktır ama dengelenmek daha kolay olacaktır.
***
Galiba son yazının sonundayız. Umarım ki buradaki tüm yaşadıklarımız, deneyimlerimiz, hislerimiz, duygularımız hemhâl olsunlar ve şahane bir kompost ortaya çıksın, ve bu kompost yeni hayatlarımızı ve niyetlerimizi beslesin, parlatsın. Amin!