4 Kasım 2014 Salı

Pek keyifli günler...

Çandır'dan selamlar...

Her ne kadar bu blog çok fazla rağbet görmediyse de ben -en azından- kendi tarihime ve hafızama not düşürmek adına yazayım.

İçim fena halde kıpır kıpır, zira günler harika geçiriyorum. Yaklaşık iki haftadır Begüm burada ve birkaç gün önce de Bülent geldi nihayet ve dörtlümüz, dört beş gün kadar bir arada yaşamayı deneyimledi. Gerçi Bülent nar işine gitmeye başladığı için, yüzünü çok fazla göremiyoruz ama ne yaparsın... Bugün de Burcu'yu Şirince'deki council eğitimine katılmak üzere gönderdik. Dört tane üçer kiloluk ekmeklerle (ayıptır söylemesi ben yaptım) ve tatlı-tuzlu atıştırmalıklarla (onları ise Burcu yaptı.)...






Tabii şimdi ben yaptım, Burcu yaptı falan yazıyorum ama aslında topluluk yaptı. Mesela ben ekmekleri yaparken, Burcu diğer bir takım işlerle uğraşırken evin tüm işlerini Begüm halletti. Yani bize alan açtı ve bu, çok önemli bir işbirliği örneği bence. Topluluk olmanın bir parçası da birbirini desteklemek ya hani, işte bunu yaşıyoruz.

Sadece ekmekler değil konu. Yine bu sıralar, yazıyor olduğum kitaba yoğunlaşmaya çalıştığımdan -ve biraz da ev işleri konusunda geçici bir tembellik yaşıyor olduğumdan-, Burcu da keçe vs. işleriyle ilgilendiğinden, yine Begüm yemek, bulaşık gibi işlerin büyük kısmını üstlenmiş durumda.

Zaten yeni bir alışkanlığa geçtik biz de şu sıralar. Her sabah olmasa da aklımıza gelen sabahlar, o güne dair niyetlerimizi ve yapmak istediklerimizi paylaşıyoruz, böylece iş bölümü kendi kendini var ediyor.

Sabah paylaşımlarının yanı sıra şu birkaç güne iki tane de çember sığdırdık. Bir tanesi normal çemberimizdi, nasılız, neler hissediyoruz, gündemimiz neler gibi konular üzerinden giden ve epey paylaşımlı geçen... Dün akşam ise konulu çember yaptık ve konumuz ortak yaşamda dikkat edilmesini istediğimiz şeylerdi. Temizlik, yemekler, bulaşıkları nereye koyalım, örümcek ağlarını alalım mı, bıçakların bileyinin bozulmaması için dikkat edelim gibi konular üzerinden giden, yine çok faideli olduğunu düşündüğüm bir çemberdi.

Burcu'yu bugün Şirince'deki eğitime gönderince yeniden üç kişi kaldık. Gerçi üç diyorum da bizim hemen yanıbaşımızdaki evi tutan -ve dün Çandır'a gelen- Filiz de kısmen bizimle sayılır. Ayrıca yarın da dostumuz Tijen şenlendirmeye geliyor evimizi ve hayatımızı.

Bunlarla birlikte bugünlerde bir sürü yeni insan taşındı bu taraflara. Önce Ceren ve Kayhan Çandır'a, sonra Celil ve Canan Dalyan'a ve son olarak Özgür ve Bilge de Çandır'a taşındılar. Bu çiftlerin her biriyle epey paylaşımımız oldu hızlıca ne mutlu ki. Her biriyle ya bi' yemek organizasyonumuz oldu ya da kahvaltı. Hatta birden çok kere...

Bu arada hava çok güzel burada. (gerçi bana her hava güzel) Günlük güneşlik, akşamları serin. 10 gün kadar önce üç gün üç gece yağmur yağdı. Yani aralıksız değil belki ama bir durup bir başlama şeklinde... Şimşekler, yıldırımlar... İzlemelere doyamadık.

Akşamları da film, dizi vs. izliyoruz bazen. Şu sıralar Scrabble'a pek yüz vermiyoruz ama Dönüşüm oynadık mesela bir kere. İlginç bir oyun da biraz fazla karmaşık sanki...

Çandır'da hayat muhteşem akıyor! (Şimdi herkes kıçını kaşısın.)

16 Ekim 2014 Perşembe

Çandır'da sonbahar

Üç aydan fazla süredir bu blogda yazmadım, bir türlü sıra gelmedi. Daha sık yazmaya niyet etsem de kendi akışında olduğu kadar...

Yaklaşık 45 gün süren köyden uzak kalış sonrasında son 10 gündür buradayız (Burcu ve ben) tekrar. Bu 45 günün üçte biri Çanakkale'de (Bülentlerin yapıyor oldukları ahşap eve yardım ederek ve diğer kimi dostları ziyaret ederek), üçte ikisi ise İstanbul'da geçti. Bu süreçte köyden epey kopmuş hissettim ve döndüğümde adapte olamayacağımdan korktum ama hiç de öyle olmadı. Yavaş hayatımız kaldığı yerden devam ediyor, büyük bir keyifle...

Bu arada buraya babamla geldik ve o birkaç gün kalıp gitti. Hem onun için dinlenme oldu hem biz de rahat ve konforlu bir yolculuk yapmış olduk hem de İzmir'deki dostlarımızın evlerinde kalmış olan birkaç eşyamızı almış olduk.

Bugünlerde ne mi yapıyoruz? Burcu keçe işleriyle (yük yıkama vs.), batik vs. şeylerle ilgileniyor; ayrıca dün yeni almış olduğu dikiş makinesi de eline ulaştı, atraksiyonlar bekliyoruz artık kendisinden. Ben pesto sos yapmak gibi yeni yiyeceksel güzellikleri deneyimliyorum (muhteşem olduğunu paylaşmalıyım), ayrıca bir şeyler okuyorum, bir de bugünlerde yeniden kitap yazmaya niyetlendim. Bugün-yarın bu işin başına oturmak istiyorum. Bundan başka, yazın oluşturduğumuz -ve laf aramızda pek de verim alamadığımız- bahçeyi bir miktar daha büyüttük ve evin diğer tarafına doğru uzattık. Zira diğer tarafa kış güneşi pek vurmayacağı için verimsiz olacaktı. Şimdi köylülerden biraz tohum vs. bulup bir şeyler ekmeye başlayacağız. Ha bir de bolca film ve dizi izliyoruz bugünlerde.

Ha bir de geçenlerde ilk kez yevmiyeyle çalıştık. Şu sıralar nar hasat ve sıkma zamanı. Tonlarca nar hasat ediliyor, ayıklanıyor, sıkılıyor, şişelenip soğuk hava depolarında tutuluyor ve yıl boyunca satılıyor. İşte bu sürecin ayıklama, sıkma safhasında bir günlüğüne çalıştık ve kırkar lira kazandık. Bahçe ve diğer işleri kolayladıktan sonra Burcu bir süre çalışmak istiyor (özellikle hasatta), bense istemekle birlikte emin değilim. Dün yolda karşılaştığımız Arif Abi daha sürekli birilerini istediğinden bahsetti çünkü ve iki buçuk yıldır hemen hiçbir konuda zora gelmemişken şimdi "tamam, ben bir hafta varım" gibi bir şey söylemek, söz vermek zor geliyor. Bu dediğim çalışanlara tuhaf gelebilir ama durum bu. Yevmiye elli lira falan olsa biraz daha motive hissedebilirdim gerçi. Bir de yazmak istediğim kitaba yoğunlaşmamı engelleyeceği için de çok sıcak bakamıyorum ama yine de belli olmaz.

Begüm de Bülent de burada değiller ama bu ay içinde dörtlünün tekrar bir araya geleceğini umuyoruz. Yaz aylarında da sürekli birilerimiz bir yerlerdeydi, dolayısıyla dördümüzün burada bir arada bulunduğu toplam zaman üç haftadan fazla değildir herhalde. Yalnız bir arada bulunduğumuz dönemlerde (dörtlü, üçlü veya ikili kombinasyonlarda) işlerin harika bir şekilde aktığından bahsetmek isterim. Bir gün dahi bulaşığı kim yıkayacak, yemeği kim yapacak veya kim odun toplayacak, bahçeyi kim sulayacak vs. diye konuşulmadı bu evde. O günün akışı içinde kendiliğinden halloldu yapılması gerekenler. Tabii bunun nedeni olarak uyumlu topluluğumuzdan bahsederken, -şimdilik- yapılacak az işimiz gücümüz olduğu için bunun da bu akışı kolaylaştırdığını eklemem gerekir.

Para ile ilgili durumumuzu da paylaşmak isterim. Salondaki küçük dolabın üstünde bir kutumuz var ve kendisi para kutumuz haline geldi. İsteyen ve durumu uygun olan kişiler (gelen-giden dostlarımız da dahil) oraya para koyuyorlar ve evin harcamalarını buradan gerçekleştiriyoruz. Sen az verdin, ben çok verdim vs. muhabbetlere hiç yer yok burada. Olan koyuyor, olmayan koymuyor. İlk zamanlarda kimin ne zaman, ne koyduğunu yazıyorduk ama sonradan -kendiliğinden- bunu da yapmamaya başladık. Bundan sonra nasıl devam eder bilmiyorum ama her halükarda parasal konularda böylesine hızlı yol almış olmak çok güzel.

Çandır hep çok güzel ama galiba sonbaharda bir başka güzel. Begüm de hep söylüyor zaten buranın en güzel zamanlarının Kasım civarı olduğunu. Kasım'a doğru ilerliyoruz işte ve içim huzurla dolu. Ötüşüp duran kuşlar, hala hayatta kalan tek tük cırcır böceği, hışır hışır dolaşan kaplumbağalar, ağaçlarda oynaşan sincaplar hayatı çok keyifli kılıyor. Zaten ormanın içinde olduğumuzu ve dört bir yanımızın ağaç, az ilerisinin göl olduğunu -ve ağaçların arasından göl manzaramızın da olduğunu- daha önce yazmış mıydım?

Günler böyle, keyifle ve şükür haliyle geçip gidiyor işte. İki ay öncesine dönüp kısaca bahsetmek gerekirse de kabullenmemiz gereken yüksek sıcaklık gerçeği ile karşı karşıyaydık ve doğal olarak tüm hayatı etkiliyor, bizi pek bir şey yapmamaya itiyordu. Sıcakla arası çok iyi olan Bülent'i hariç tutarsak, Begüm zaten Temmuz ve Ağustos'un çoğunda köyde değildi, Burcu'yla ben ise ayılıp bayılarak geçirdik o vakitleri. Bu arada çok fazla dostumuz geldi ziyaretimize ve mutlu olup durduk. Kimisi geçerken uğradı, kimisi bir iki gün kaldı, kimisi ise bir hafta. Bir ara gelen giden ve gelme ihtimali olanların trafiği o kadar yoğundu ki hem kimin ne zaman geleceğini hatırlamak hem de belli tarihlerde çok sıkışıklık olmasını engellemek için çevrimiçi bir excel belgesi bile oluşturduk ve durumu oradan takip ettik. Gerçi kimseye gelmemesini söylemek sorunda kalmadık ama takip açısından kolaylık oldu.

Çandır Candır!'da durumlar böyle şimdilik. Aşırı derecede keyifli ve mutlu olduğumuzu söyleyebilirim. Bekleriz...

7 Temmuz 2014 Pazartesi

topluluğun oluşması ve ilk haftalar...

E o zaman ikinci yazı gelsin hemen. Öncelikle bir araya gelme sürecimizden birkaç cümleyle bahsedeyim mi?

Begüm, zaten uzunca bir süredir Dalyan ve Çandır'da yaşayan bir insan, yani her ikisinde de yaşamış zaman zaman. Ve en son, 1 yılı biraz aşkın bir süre önce şu anda birlikte yaşadığımız evi tutar. Yaz aylarının koşuşturması sürerken, kısa bir süre önce bu köye yerleşmiş olan Bülent bir kaza geçirir ve ameliyat vs. için İstanbul'a gitmesi gerekir. Bu arada evini boşaltması gerekince Begüm evini açar ve Bülent'in bir arkadaşı eşyalarını Begüm'ün evine getirir. Nekahat döneminin sonrasında kendisi de buraya gelir. Yaz aylarına doğru da artık göçebe hayattan fazlaca yorulmuş olan ve köklenecek yer arayan Burcu ve Emre'nin de gelmesiyle topluluk oluşmuş olur.

Bu arada buraya gelme niyetim(iz) bir süredir gündemdeydi ama esas karar veriş bir anda oldu. Ben "yorgunum da yorgunum" deyip duruken 18 ya da 19 Mayıs'ta Burcu ve Begüm'ün "o zaman daha neyi bekliyorsun?" demeleri ile titreyip kendime geldim ve 27 Mayıs'ta buradaydım.

Lafı uzatmadan ilk günlerden bahsedeyim şimdi de biraz:

27 Mayıs Salı günü Umman'la İzmir'den yola düştük ve buraya geldik. Uzun bir aradan sonra "evim"e gelmiştim yani, benim için büyük bir olaydı. Fiziken ve daha çok ruhen çok yorgun hissettiğim için bir süre hiçbir yere gitmemeye fena halde niyetliydim (ne mutlu ki 41 gündür aralıksız buradayım). Onu diyordum, 27 Mayıs'ta buraya geldim ve göçebe günler resmi olarak sona erdi. Geldiğimizin ertesi günü mini bir yolculuk yaptık ve o bile zor geldi, en azından gitmeden... Göcek'in bir köyünde yaşayan Gülengül'ü ziyaret ettik dördümüz (Begüm, Bülent, Umman ve ben). Keyifli bir gündü, hem uzun zamandır e-posta, telefon aracılığıyla tanıdığım, hatta kitabının düzeltisini yaptığım Gülengül'le nihayet yüz yüze gelmiş olduk.

Bir sonraki gün Scrabble çılgınlığımız başladı ve devam ediyor. Umman Scrabble'ı burada bırakarak bize nasıl bir iyilik yaptın, anlatamam. Oynayıp duru... Aynı gün ilk çemberimizi de gerçekleştirdik dördümüz. Uzun bir süre hiç kimsenin konuşmadığı, kelimelerden çok sessizliğin sesini dinlediğimiz bir çember oldu; güzeldi. Sonraki gün de Karia yolu üzerinden muhteşem bir orman yolundan Ekincik'e gittik ve denize girdik. Evde azıcık rakı vardı, Umman'la birer tek atıverdik o akşam.

Tabii böyle gün-gün devam edersem bitmez bu yazı, hızlanıyorum.

Bir iki gün sonra Umman gitti, ondan bir hafta kadar sonra da Burcu geldi ve ekip tamamlanmış oldu. Burcu gelene kadar Bülent'le arka tarafta bir bahçe oluşturmuş ve roka, dereotu, tere, maydanoz, domates, kabak, patlıcan, biber ektik-diktik. Bu arada ekmeğimizi yapmaya da başladık tabii.

Biraz daha hızlanıyorum: Genel olarak günler yemek yaparak, yiyerek; ihtiyacımız olduğunda odun toplayarak; Scrabble ve diğer bir-iki oyun oynayarak; Bülent'le bir kaç kez masa tenisi oynayarak; iki-üç kere yürüyüş yapıp üstüne yüzerek ve kaybolduğumuz bir gün çok güzel bir koy keşfederek; çok sık olmamakla -ve sıklaştırmayı istemekle- birlikte çemberlere devam ederek -ki bir tanesini antik kent Kaunos'ta yaptık; Dalyan'a Çarşambaları çigong yapmaya, Cumartesileri ise pazara giderek; Burcu'yla hiç üşenmeyip buradan Dalyan'a oradan da Ortaca'ya gidip değirmeni bulup un alarak; ikide bir ve sürekli ve daimi mest olarak; sabahları çigong, yoga, titreme karışımı bir şeyler yaparak; dolunayda iskelede Burcu'nun dolunay iksirini içerek; 1 Temmuz'da Bülent'le kabotaj bayramı nedeniyle iskelede düzenlenen festivale giderek ve yağlı kazığa tırmanma ve diğer yarışmaları izleyerek; arkadaşımız Mesut'un ve sonrasında sipariş ettiğimiz kerestelerin gelmesiyle bahçeye iki adet köşk (platform) yaparak; komşunun odunlarına yardım ederken ayak parmağıma odun düşürerek (17-18 gün oldu, anca normale dönüyor); film izleyerek, Black Mirror izleyerek; biraz kitap okuyarak, biraz da yazarak geçti/geçiyor.

Burada hayat çok keyifli, bahçeye ektiklerimiz de çiçek açıp duruyor, ayrıca bir kabak kocaman oldu (nedense başka kabak yok piyasada) ve biberler de hızlandı bugünlerde. Ayrıca iki haftadır rokaya doyduk... Domateslerden ve patlıcanlardan atılım bekliyorum bir an önce.

Bu arada Haziran ortasında Begüm, sonunda Burcu, Temmuz başında (geçen Çarşamba) da Bülent gitti ve o günden beri yalnızım. Daha doğrusu Çarşamba günü buraya ilk kez arkadaşlarım geldi (Esra, Deniz, Mahir ve Günnur) ve Günnur haricindekiler bir gün kaldılar, dolayısıyla Perşembe'den beri yalnızım ((: Bugün öğleden sonra Begüm burada olacak, yarın ise yeni misafirimiz Derya geliyor. Koş Derya!!

İlk günleri çok hızlı geçmiş oldum ama ara ara dönüp o günlere dair bir şeyler anlatacağım. En azından buradaki hayatımızdan ve iletişimimizden, kendiliğinden akan iş bölümünden falan bahsetmek istiyorum.



6 Temmuz 2014 Pazar

Yeni bir hayat denemesi: "Çandır candır!"

Çok heyecanlıyım, zira şimdilik Çandır candır! adını vermiş olduğum blogu açtım ve an itibariyle de ilk yazıyı yazmaya koyuldum.

Bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzere göçebe günler sona erdi ve Köyceğiz'in Çandır köyünde hayatın yeni bir aşamasına adım attım, daha doğrusu attık. Burcu, Bülent ve Begüm (3B diye bahsedeyim en iyisi) ile burada yaşıyoruz artık, belirsiz bir süreliğine. Topluluk da topluluk, doğal hayat da doğal hayat derken 27 Mayıs'ta kendimi burada buldum, ne mutlu ki!..

Geldiğim günden ve özellikle göçebe günler'e noktayı koyduğumu ilan ettiğimden beri bu blogu açmayı düşünüyordum (düşünüyorduk) ama bir türlü kimse el atmadı bu işe. Bülent zaten çok yazan bir adam değil anladığım kadarıyla (ya da bana öyle geliyor belki), Burcu yazışkan bir insan olmakla birlikte bir süredir okuyucularını üzüyor, Begüm ise bilgisayarda yazmaya çok alışık olmadığından ya da çok sevmediğinden yine el yazısı ile kitapçık yazıyor, dolayısıyla iş başa düştü. Gerçi ben de geldiğim günden beri, üç beş gün öncesine kadar, buradaki hayata o kadar konsantreydim ki yazayım, çizeyim, paylaşayım kafasından çok uzaktım. Bugün bir şeyler dank dunk etmeye başladı kafamda ve anladım ki gün bugün!

Blogu ben açtım ama 3B'ye de yazar olmaları için davet gönderdim. Böylece Çandır ekibinden her birinin yazabileceği bir blog olacak bu. İsim değişebilir, aynı da kalabilir, bilmiyorum; önerisi olan varsa buyursun.

Bu blogun ve diğer bloglarımın -benim için- iki tane ana var oluş amacı var: Birincisi, yazdıkça kendime bakma şansı buluyorum; hem şu anda nasıl olduğumu ve ne hissettiğime bakma şansı, hem de balık hafızamdan mütevellit yazmazsam unutacak olduğum yaptığım-ettiğim-yaşadığım olayları hatırlayabilme fırsatı sunuyor bana ve blog motivasyonu olmadığı müddetçe kolay kolay yazamıyorum. İkincisi ise, neredeyse var oluş amacım haline gelen ilham verme, yeni bir dünyanın kapısını daha fazla kişiye açma isteğim. İşimden ayrıldığımdan ve yollara düştüğümden beri başka bir dünyayı yaşamaya başladım, yepyeni fikirler ve hislerle doldum, çok güzel insanlarla tanıştım. Hayatım tamamen değişti! Mevcut dünyanın plastikliğinde çırpınan kimselere de aslında çıkışın çok uzakta değil, burunlarının dibinde olduğunu göstermek istiyorum. Halinden memnun olanlara lafım yok ama hiç de memnun olmayan çoğunluğa virüs bulaştırmayı kendime ödev biliyorum, ne yapayım... Diğer bloglar bu anlamda işe yarıyor gibi görünüyor, bu da yarar umarım.

Şu anda evin verandasında oturmuş bu satırları yazarken çok ama çok huzurlu olduğumu, haddinden fazla iyi hissettiğimi paylaşmak istiyorum. 40 gündür buradayım (birkaç gündür yalnızım da) ve şimdiden bir sürü şey yaşadım, öğrendim. Yazacak mecra olmayınca sadece ajandama kısa kısa notlar aldım bu süreçte. Sanıyorum ki ilk iş, oradaki notlardan yola çıkıp bir veya birkaç yazı yazmak ve burada şimdiye kadar olan biteni paylaşmak olacaktır, sonrasında da devam ederim herhalde. 3B'ler ne yapar, yazar mı, ne yazar; hiç bilmiyorum. Beni de ilgilendirmez ayrıca. (gülücük) Ama blogun düzeni Burcu'nun ellerinden öper, di mi Burcu?

Ve Beta sürümü yayında!..