15 Aralık 2015 Salı

Hızlı kış günleri (Emre'den)

Hızlı ve epey yoğun zamanlardan geçtiğimiz şu günlerde, burada olan bitene dair güncelleme yapma istek ve ihtiyacı duydum.

Öncelikle, kısa bir süre için de olsa arkayı beşledik efendim. Begüm'ün geçenlerde yazdığı üzere, Mustafa'mız (Birbilen) Aralık ayını geçirmek üzere bizle. Bu süreçte hem kırsal hayatı hem de topluluk hayatını deneyimliyor. <Mustafa'm, gitmeden buraya bir yazı çaksan ve burada yaşayıp ettiğini, hissiyatını kendi cümlelerinle paylaşsan ne güzel olur, hımm?> Burcu ve benim zaten çok sevdiğimiz bir arkadaşımız olup Gülengül ve Begüm'le de pek seviştiler. Ayrıca 3 kadın - 1 erkekten mütevellit topluluğumuza bir miktar denge gelmiş oldu. Gayet hoşnutum/hoşnutuz bu durumdan. Ay sonuna doğru Mustafa gidecek ve yine 3-1'e düşeceğiz ama olsun. İlerleyen zamanlar neler gösterecek kim bilir...

Bu taraflara gelmeye, yerleşmeye başlayanların sayısı da artmaya devam ediyor. Sadece son bir ayda Dalyan'a veya Çandır'a gelen veya gelmeye ciddi olarak niyetlenen, sırf bizim bildiğimiz üç dört hane daha oluştu. Çok açık ki şehirlerin ve sistemin içindeki debdebede daha fazla çırpınmak istemeyip bunun için harekete geçebilenlerin sayısında ciddi bir artış var. Darısı, sevip de kavuşamayan diğer dostların başına.

Dalyan'da, yeni gelenlerin de heyecanı ve Begüm'ün çağrısı ile güzel bir toplaşma yaptık birkaç hafta önce. Kimileri için birbirini tanıma, kimileri için biraz daha kaynaşma fırsatı oldu. Ayrıca kışa dair niyetlerimizi ve yapmak istediklerimizi paylaştık. Müzik toplaşmaları, film izlemeler, oyun oynamalar, dikiş atölyeleri vs. Pek keyifli, bir o kadar da verimli bir buluşma oldu. Ayrıca çaktırmadan, bizi misafir eden Smyrna Cafe'yi işleten Büşra'nın doğum gününü kutladık.


Bu toplaşma, harika bir şeye de vesile oldu. Ne zamandır aklımda olan, birkaç ay önce ön çağrısını yaptığım ama ciddi adım atmaktan imtina ettiğim oyun ve -ucundan kıyısından- doğaçlama tiyatro çalışmaları için de ivmelendik. Bayramiç'ten birkaç günlüğüne Dalyan'a gelen arkadaşımız Kazım "Oyun oynamak, eğlenmek istiyorum; birkaç günüm daha var burada" deyince, hiç düşünmeden "Tamam," dedim "sen gitmeden, yarın yapalım bu işi!". Ertesi gün değil ama ondan sonraki gün ilk toplaşmamızı (bir nevi pilot çalışma) gerçekleştirdik ve pek keyifli geçti ve her hafta devam etmeye karar verdik. Dünse ikinci çalışmamızı (aslında resmi <!>olarak ilk çalışma), iki yeni katılımcıyla gerçekleştirdik. 




Ayrıca hayatta sadece severek yaptığım şeylerden ve mümkün olan her koşulda armağan ekonomisi ile paraya erişme niyetim doğrultusunda burada da bir taş koymuş oldum ve dünkü çalışma sonrasında armağan sandığımı ortaya koydum ve isteyenler istediği miktarı bana ilettiler.

Bu sandığı, 2,5 yıl önce Begüm'le Antalya'da gerçekleştirdiğimiz Armağan Atölyesi - 101 atölyesinde biri hediye etmişti ve ilk kez dün kullanıldı. Zira kendisi uzun zamandır Alanya'da bekliyordu, annemler gelirken getirdiler.


Böylece kurumsal hayattan ayrıldığım 2012 Temmuz sonrasında yeni bir yoldan daha paraya ulaşmış oldum. Bugüne kadar -şimdilik hiçbiri geçimlik olmasa da- ekmek yaparak, kitap düzeltisi yaparak, yürüyüş yaptırarak, atölyelerle ve yazıp çizdiklerim vasıtasıyla -ve hemen hemen tamamiyle- armağan ekonomisi çerçevesinde paraya erişmişliğim vardı. Dostlara oyun oynattığım ve becerebildiğimce kendimi ve onları doğaçlama tiyatro içine çekmeye çalıştığım bu çalışma da bu kervana eklenmiş oldu. Ne mutlu!



3 yıl önce bu beş-altı maddenin hiçbiri ile para kazanmak aklımın ucundan bile geçmezdi ama bu yollara girince yeni yeni armağanlarla ve ilgi alanlarıyla karşılaşmamak mümkün değil. "Para işini nasıl çözecez"cilere duyurulur. Biraz sabır, biraz da hayata güven...


Başka neler oluyor... Haftada bir (genelde Pazartesi günleri) çemberliyoruz, dostların ziyaretleri devam ediyor. İki hafta sonra Tangala Proje Platformu'nda Buket'in ev sahipliğinde bir toplaşma organize ediyoruz. Begüm etkinlik detaylarını Buket'le kararlaştırdı ve bugün itibariyle duyurulara başladık. Bu buluşmada, Marmaris-Datça ve Kaş-Kalkan arasındaki "yeni köylüler"in bir araya gelmesini sağlayacağız. Buradan ne gibi çıktılar çıkacağını bilmiyoruz ve hemen her konuda olduğu gibi bunda da akış hazretlerine güveniyoruz.

Burcu, Begüm, Gülengül, Mustafa ve ben... Hepimiz afiyetteyiz, keyifliyiz. Birlikte yaşamak elbette ki çok kolay bir şey değil. Sürtüşmeler, yanlış anlaşılmalar, tetiklenmeler her daim olabiliyor. Bunları, çemberlerde ve bazen de birebir sohbetlerde dile getirerek çözümlemelere ulaşmaya çalışıyoruz ve galiba çoğunlukla başarılı olabiliyoruz. Ama benim için, ortaya çıkan sıkıntılardan çok daha fazla artısı var bu şekilde yaşamanın. İşler çok daha hızla ve kendiliğinden akıyor, her an sohbet edebilecek birileri etrafımda (bu, bazen de boğucu olabiliyor, kabul), maddi-manevi dayanışma halimiz her daim mevcut vs vs. İyiyim yani. ((:

Başka... Yakın çevrede ziyaret etmek istediğim ama çoklukla ertelediğim dostlar, yerler var; bu yıl bitmeden bu ziyaretleri gerçekleştireceğim (çoğunu yalnız, azını Burcu'yla, Gülengül'le vs.) Geçen hafta Filiz'e gittik, yarın Fethiye ve Kayaköy'deki dostları görmek üzere birkaç günlüğüne yola düşüyorum. Haftaya muhtemelen Köyceğiz'e ve galiba yine Fethiye'ye gidiş olacak. Sonraki hafta, zaten bahsettiğim Güneybatı Buluşması var.

Hımmm köysel işleri atladım. Öne çıkan görece iki büyük işten birincisi, zeytin toplamak oldu. Köyde çok sevdiğimiz bir Mehmet Amcamız ve Hatice Teyzemiz var. Bizi, nerdeyse kendi oğulları-kızları veya torunları gibi seviyorlar diyeyim. Geçenlerde annemleri de götürdük mesela onlara, Hatice Teyze "Herkesi seviyoruz ama bunları başka seviyoruz." dedi. İşte onlar bir yerdeki zeytinliklerine bizi atadılar. Yani dediler ki "Burası sizin, toplayın istediğiniz gibi. İster sofralık yapın, ister yağını sıktırın." Biz de birkaç günlük çalışma sonrasında dört çuval kadar zeytin topladık. Yine Mehmet Amcalar vasıtasıyla sıktırdık. Onlar zeytinlerini sıktırmaya götürürken bizimkileri de götürdüler yani. Ve sonuç olarak iki tenekeye yakın (yaklaşık 35 litre) zeytinyağımız oldu ve şu anda dinleniyor. Kendi ellerimizle yağımızı çıkarmamız harika oldu.



Üstteki fotoğrafta, ağaçtan indiren zeytinlerin dalını, yaprağını ayıklıyoruz. Ben, o günlerde bizi ziyarete
gelen Hira ve bir günlüğüne bize yardıma gelen Mehmet Amca... Alttakinde ise, nasıl bir manzara eşliğinde zeytin topladığımızı görüyorsunuz.

Diğer önemli işimiz ise odun işi. Bu yörede yılda üç gün, kendiliğinden düşmüş olan ağaçları kesip biçip evlerine götürmeleri için köylüye izin var. Biz de dolaylı olarak bu haktan yararlanıyoruz. Komşumuz Cevcet (esas adı Cevdet ama herkes "Cevcet" diyor) Abilerin ciddi desteğiyle bu işi de kotarmaya çalışıyoruz. Bir ay kadar önce, burada Gülengül yalnızken bir tur odun getirmek gerekti ve Dalyan'dan koşup gelen Kenan sayesinde o partiyi atlatmış olduk. İkinci tur içinse, iki gün önce -yine Kenan ve bu sefer ben- birkaç saat çalıştık; şimdi birkaç saatlik iş daha var. Bu yazıyı yazdıktan sonra ormana gideceğim. Görev: Epey yoğun bir orman alanında Cevcet Abi'nin kesmiş olduğu kütüklerin kalanını 50 metre aşağıdaki yürüyüş patikasına indireceğiz, oradan el arabasıyla traktörün alabileceği bir yere götüreceğiz. Oradan da yine Cevcet Abi'nin desteğiyle, traktörle bunları bizim bahçemize getireceğiz.

Son olarak... Bir ara daha sık izliyorduk ama yine, ara ara akşamları film izliyoruz. Bir hafta kadar önce izlediğimiz Whiplash'a öldük, bittik. Bunu yazmadan geçemedim. İzlemeyenlere coşkuyla öneririm!! Uzun zamandır izlediğim en etkileyici film idi. Hatta belki de evde izlerken bu kadar çok etkilendiğim "en" film olabilir.

Görünen o ki bu kış, kış uykusu yok. Nerde o eski kışlar...

Neyse çok uzattım ve akşama az kaldı. 

Oduna gidiyorum, dönücem.

28 Kasım 2015 Cumartesi

'Topluluk Topluluk' Dedin... (Begüm'den)




Geçen ay Istanbul'da bir toplaşmıştık, Kuzey Ormanları
Savunması Ofisi'nde. 15 kişi kadardık. Anlattıydım ne
yapıyoruz 1,5 yıldır. Bahçe işleri, para işleri, ev işleri,
gönül işleri...
İkinci bölümü de bu konularla ilgili sorulara ayırdıydık.

İşte size sorular ve benim yanıtlarım:

1- Bahçeniz var mı? Yetiyor mu?
2 küçük ekili bahçemiz var evet. 4'ümüze (ay bi süre 5
olucaz şimdi ne heyecanlı;) yetiyor mu? Hayır. 3 sebeple
yetmiyor: Bir, alanımız az. İki, toprağımız dandik biraz. Üç,
konuda yeterli bilgi ve deneyimimiz yok.
Ha bugüne kadar Emre ve Burcu'nun çabalarıyla epey domates,
acur, patlıcan, semizotu, biber, kabak yedik...

2- Para işlerini nasıl hallediyorsunuz?
Salonda cam bir kâsemiz var. Oraya isteyen istediği kadar para
koyuyor. Kirayı da pazar alışverişlerini de ordan alıp yapıyoruz.
Başkaca da pek bir gider yok zaten...
Yani belli saptanmış bir miktar yok 'Ayda ...lira oraya konulacak'
diye. Ben bu ay fazlaca koyabilirim (kazandığım paraları banka
yerine kâsede tutmayı tercih ediyorum) de ertesi ay Burcu daha
fazla koyabilir meselâ. Sonuçta hep yetiyor, hep bir şekilde var
şükür.

3- Sürdürülebilirliğinizi nasıl sağlıyorsunuz? Üretim var mı?
Burcu keçe üretiyor, Gülengül emekli, Emre armağan ekonomi_
siyle dostların desteğiyle sağlıyor, ben arada çocuk kampları
yapıyorum, bir de birlikte atölyeler düzenliyoruz konaklamalı.

4- Ev işlerini nasıl düzenliyorsunuz?
Herkes canı ne isterse onu yapıyor. Bulaşık, temizlik filân sırası
yok. Birşekilde halloluyor kolayca.

5- Bir gününüz nasıl geçiyor?
Sabah erken kalkılıyor genelde. Gülengül Bozo'yu gezdiriyor. Ben
ve Emre fiziksel birtakım egzersizler yapıyoruz. Kahvaltı hazırlığı ve
sofrası 2 saate yakın sürüyor. Birlikte önemli bir zaman dilimi bizim
için. Kahvaltı sonlarında herkes o günkü niyetlerini bildiriyor. Kim
okuyacak, yazacak, Dalyan'a mı inilecek vs. konuşuyoruz. Genelde
Pazartesi'leri çemberimiz var; kalple dinleme, kalpten konuşma
pratikleri bizim için çok önemli.

6- Misafir geliş-gidişleri nasıl oluyor?
Aramızdan en az birinin tanıdığı herkese kapımız açık. Yalnız o kişinin
gelisini ve tarihini diğerlerimize onaylatıyoruz. Bazen misafir trafiği çok
yoğunlaştığı için buna gerek duyuyoruz.

7- Aranıza katılacak kişileri nasıl kabul ediyorsunuz? Ayrılıklar nasıl
oluyor?
Sanırım bir flört dönemi var. Örneğin Gülengül'le her birimiz hem ayrı ayrı
hem de birlikte epey vakit geçirdik öncesinde. Sonra da teklif ettik
'Gelir misin yanımıza?' diye. Birkaç gün sonra ilk aşamada  aramıza 3
haftalığına katılacak Mustafa'yı da Emre ve Burcu jamci olarak iyi tanıyor.
Ben onlara güveniyorum. Yoksa kendisiyle pek bir vakit geçirmişliğim yok.
İlk görüşte sevdim o ayrı ;)
Velhasıl herkesle farklı bir süreç işleyebilir...
Ayrılmak isteyen arzu ettiği her an konuşarak anlaşarak ayrılır tabii ki...

8- Gelecek plânlarınız neler?
Bireysel olarak herkesin farklı yerlerde yapmak istediği farklı şeyler var.
Topluluk olarak da daha geniş bir araziye yayılarak, herkesin kendi
kulübesinin, ortak mutfağımızın, çalışma, meditasyon ve müzik alanımızın
olduğu bir 10 kişilik (önümüzdeki bir yılda meselâ) Çandır Candır sanki :)

Varsa başka soru buyrun yollayın  b_erenler@hotmail.com


16 Kasım 2015 Pazartesi

Gülengül'den "Armağan" Kitaplar

Uzun zamanımı alan teknik sorunlarla halleştiğim günlerin sonuna geldim şükür:))
Herkesin okumasına açık olarak web siteme yerleştirdiğim 3 kitaptan sonuncusu Yeni Zelanda üzerine olduğundan, kitabı fotoğraflı olarak hazırlamak istemiştim. Sonunda bir Apple uygulaması bana yardımcı oldu ve kitap, açılır-kapanır pencerelere yerleşen fotoğraflarla İBooks'da okunabilecek şekle geldi:))
Apple ürünü haricinde okumak isteyenler PDF biçimini seçip okuyacakları ortama indirebilirler.

İlk iki kitabım için fotoğraf çalışmasını henüz  yapamadım, umarım ilerde o da olur:))

Kitaplara dair bilgiler ve onları neden armağan olarak okura verdiğim gibi konuların hepsi web sitemden okunabilir:
www.gulengulanil.com

İlham verici özyaşamöyküleri dinlemeyi/izlemeyi/okumayı oldum bittim sevmişimdir. Umarım siz de yaşamıma dair hikaye ettiklerimi ilham verici bulup seversiniz.

Bütünün hayrına olması dileğiyle sevgiyle paylaşıyorum.




15 Kasım 2015 Pazar

Çandır'da yaşam - (Gülengül'ün gözünden)

Topluluğa katılalı iki buçuk ay oluyor...
Bende değişim dönüşüm sürüyor. Kalabalıkla(ta) yaşamayı deneyimlerken, hayatın akışı daha da çok kalabalıkları hediye etti bana :))

İki önemli çalışma yapıldı mekânımızda. Andrew Davies'in kolaylaştırıcılığında Visionary Leader's Journey(VLJ) ve Robin Dreaming'in kolaylaştırıcılığında Way of Council. Kendi evimizde ağırladığımız arkadaşlarımızla daha büyük bir topluluk olarak yani bir topluluk yaşamı her nasılsa o şekilde yaşayarak yaptık çalışmalarımızı. Hem işleri hem neşeyi hem hüznü paylaştık. Kalpten dinledik, kalpten konuştuk, kristallerin yardımıyla meditasyonlar yaptık, Yeni Hikaye için kolları sıvadık. Gölde ve denizde yüzdük, Kaunos'a yürüdük. Ama en önemlisi içsel yolumuzu yürümeye devam ettik. Yol bizi bir yerlere götürüyor, yeni bir yerlere... orada kalpten iletişim var, yargıdan uzak iletişim... barış  ve sevginin topraklarına yürüyoruz... Yeni hikayeyi yaza yaza gidiyoruz.




1 Ekim 2015 Perşembe

Dolunay, Ben ve Topluluk (Begüm'den...)

Hımm hangisinden başlasam? Dolunay etkilerinden mi,
benden mi, yoksa Çandır Candır'dan mı?
Ben benden de başlasam (zira  ben olmasam diğerlerini
şimdi, buraya yazan da olmazdı) hepsi öylesine birbirine 
bağlı ki farketmiyor...
Dün ormandaki 2,5 saatlik muhteşem çemberimizde 'ben' 
ayrı 'topluluk' ayrı mı diye muhabbetleştik dördümüz. Benim
hayatım, kişisel ihtiyaçlarım ne kadar kesişiyor topluluğun 
ihtiyaçları ve hayatıyla.
Meselâ kış için yapılacak işlerin benim bu aralar yaşamakta
 olduğum içsel abukluklarla ne alâkası olabilir? Evet evet
 'içsel abukluklar'. Dolunayla gücü keskinleşen kendimle ilgili 
birtakım hayal kırıklıkları, hâlâ önüne geçemediğim beklentiler 
ve üstelik bunların daha çok cinsellikle ilgili olması...
Herşey sanırım hayatıma yeni (ve o kadar da eski) özel bir 
insanın girmesiyle başladı bir buçuk ay kadar önce (kim o,
ne iş yapıyor vs. gibi sorular geliyorsa aklına, hemen 'delete'
tuşuna bas zira konuyla ilgisi yok;). Her yakın ve kâlpten bağ
 kurabildiğim insan gibi o da ayna oluyor tüm gizli kalmış, bastırılmış 
taraflarıma. Hemen her birlikte oluşumuzda hoşuma gitmeyen bir yönüm 
fışkırıyor biryerlerden. Kaçış yok, üzerinde çalışılacak, yazılacak,
paylaşılacak bir şekilde ki dönüşsün, hayırlara vesile olsun.
Tüm bu çok kişisel durumların toplulukla ne ilgisi var?
Şöyle ki ben özellikle bu zamanlarda anlıyorum gerçek bir
toplulukta varolmanın, gözlerinin içine bakıp tamamen içimden
geldiği gibi konuşabilmenin, bu sevgi ve güven ortamının önemini.
Kendimden hiç te hoşnut olmadığım zamanlarda bile onlarla gülebilmek,
yanyana, elele durabilmek, sevildiğimi, önemsendiğimi bilmek hayatımdaki
en büyük nimet sanırım.
Kendimden çok hoşnut olduğum, neşemi, sevincimi, heyecanımı 
paylaştığım zamanlarda da öyle.
Emre'yle aramızda bir şaka var  hayatımdaki o özel insan varolalı ve onu 
arada sırada ziyarete gideli beri. Ben diyorum ki 'Ne yaparsam topluluk
 için yapıyorum.' O benim sevgilim değil (kimse benim değil). Emre de 
dedi ki bir kere  'topluluğun sevgilisi' ;)
Velhasıl ben ne yaşarsam ve kâlpten  paylaşırsam buradaki bu dört
kişiyle, evde yemek mi yapılacak, atölyeye mi hazırlanılacak, kışa odun
 mu toplanacak hepsi daha bir kolay akıyor, daha bir kendiliğinden 
halloluyor, daha bir ne bileyim 'birlik'te oluyor. 
Dolunay ayrı, ben ayrı, topluluk ayrı değil yani. Hepsi bir, hepsi aşk, hepsi sevgi...




15 Eylül 2015 Salı

Çandır'da Yeni Dönem (Gülengül’den….)

Çandır topluluğuna katılalı bir haftayı geçti bile… Buraya, sıcağın halen hüküm sürdüğü günlerde gelmek, köyün yaz ayları hallerini de anlamama yaradı:) Gerçi, yöreyi de sıcağını da yirmi yıldır bilirim, buraya çok yakın bir köyde yaşıyordum. Aslında benim için değişik olan, ne köy hayatı ne de sıcaklar, büyük değişikliği tek başınalıktan topluluğa geçiş yaparak yaşıyorum.

Epey zamandır 3 kişi olarak yaşayan topluluğa katılmamla dinamik herkes için değişti doğal olarak. Bir yılı aşkın zamandır pek çok kez bir araya gelmiş kişiler olarak birbirimizi iyi tanıdığımızı düşünüyorum. Ancak yine de sayılı günü beraber geçirmek başka, birlikte yaşamak başka olur dedik ve deneme süresi koyduk kendimize. Test sürüşü güzel başladı, umarım geçtiğimiz dağlık bölgelerde zorlanmaz, sulak arazilerde su almayız. Hoş, sürüş biraz da bunlar demek değil midir? Zorlanmadan, ıslanmadan testi geçmekten bahsedebilir miyiz…

Yer değişimini en çok köpeğim Bozo yadırgadı. İlk iki günü epey kaygı dolu zamanlarla yaşadı ama sonra eski sakinliğine dönüş yaptı. Ev sahibimiz Güllü’lerin köpeği Arap’tan doğrusu çekiniyordum, kendi bölgesine yeni bir köpek kabul etmez diye korkuyordum, bereket Bozo’nun yaşının ileri olması(14 yaş) sorunu çok çabuk halletti:)) 

Burada hayat her zaman trafikli olmuştur, gelenler gidenler, kalanlar, uğrayanlar hiç eksik olmaz. Böylece yeni tanışıklıklarım da kendiliğinden olup duruveriyor:)) 

Arabalarını -bir dahaki yaza kadar- kullanmamız için topluluğumuza bırakan yüce gönüllü Günnur ve Tugay’a sık sık şükran duygularımızı yolluyoruz…alıyorlardır herhalde. Benim taşınmamdan sonra arabayla ilk icraatımız topluca Yuvarlakçay’a gidip mevsimin en sıcak gününü suyun üzerinde geçirmek oldu. Benim dışımda herkes soğuk akarsuya girmekten çekinmedi. O cenneti yaşamak, nefis yemek sonrası köşkte uyumak bana yetti:))



Evden 10 dakika yürüme mesafesindeki gölde akşamın gün batım renkleri eşliğinde yüzmeye gitmek de buranın güzelliklerinden biri.




Yumurta yemeyi çok seviyoruz, ama tavuklar sıcaktan yumurtlamayı azaltınca köyde ev ev yumurta arama turuna çıkmak farz oluyor. Böyle bir turda yeni doğmuş buzağı bir anda bonus olabiliyor. 



Bir odasına yerleştiğim küçük evin salonu Burcu’nun keçe atölyesi, geldiğimde sabunları hazırlıyordu, görüntünün güzelliğine dayanamadım ve henüz yünler ıslanmadan/keçeleşmeden fotoğrafladım. 



Şimdi yazı odasında blog için yazarken, herbirimizin yaratıcılığımızı besleyen yaşam yerimiz için şükrediyorum. Begüm birkaç gündür, Dalyan’da 35 kişilik bir grup için kolaylaştırıcı olarak çalışıyor, Emre yazı masasında bir yandan kitabını bastırmak üzere duyurular yaparken, diğer yandan blog yazıları yazıyor. Burcu her gün atölyede nice ürün yapıyor, iki gündür de yün boyamada yardıma gelen Kayaköy’den Yeşim bizimle. Dün beş güzel renk çıkardılar ortaya, çok hamaratlar çok:))



Benim de kendime dair bir heyecanım var tabii:)) Üç kitabımı e-kitap (şimdilik sadece PDF) biçiminde okura armağan edeceğim web sitemi bu günlerde gün yüzüne çıkarmak üzereyim. Bu duyuruyu hayatımın yeni döneminde topluluğum içinde yapmak istedim:)) Yakında arkadaşlarım sosyal medyada duyuracaklar…

Bizden son haberler böyle…


13 Eylül 2015 Pazar

Huzurlu Bir Köy (Begüm'den...)

Begüm'ün 13 Ağustos'ta yazdığı ve bana gönderdiği yazıyı; önce yollarda olduğum, sonra da ihmalkarlık ettiğim için ancak paylaşabiliyorum. Buyrunuz...
---------------------------------------------------------------

Bilenler biliyor cennet gibi bir köyde yaşıyoruz biz.
Ne ararsan var; ılıman iklim (gerçi şu bir ay çok sıcak
ama o kadar), her mevsim taze meyve, sebze. Narenciye
biter incir başlar, o biter üzüm, o biter nar. Zeytin genelde
gani, komşularda inek sütü, çökelek bol, tazecik doğal
yumurtalar. Bir taraf orman, diğer taraf göl, 15 dak. ötesi
deniz vs. vs. Hakikaten cennet...

Peki huzur var mı? 'Eh iyidir yine' diye düşünüyodum.
Yani birkaç kavgalı komşu,  işte miras kavgasından
birbirine düşmüş akraba filan her köyde olan şeyler...
Onun dışında kapıyı bacayı açık bırakırız, herkes birbirine
selâm verir, güleryüz her daim ortalıktadır.

Ta ki bize sakallı (siyah) bir erkek gelene kadar. Ya arkadaş
bu devleti (derinini de kendini de) tebrik ediyorum; ne
güzel korku, nefret salmış. Tam da ortalık karışık ya bu
çocuk nereliymiş yoksa pkk'lı mıymış. Töbe estafurullah...
 Zaten yakındaki bir köyün camisinde işidciler yakalanmış.
Efendim orman müdürlüğüne tehdit telefonu gelmiş 'ordaki
 dağları yakarız' diye. Her gece devriye geziyorlarmış şimdi.
Zaten 2 gündür tepemizde helikopterler de geziyor. Jandarma
botu da kanalda bir aşağı bir yukarı.

Hay (burda küfür yazasım geliyo da yazmıcam) bin kunduz.
Ya ne güzel yaşıyoduk arkadaş ne oldu cebine koyim?

Şöyle bir durum tabii ki sonuç olarak:
'Allah devletimize zeval vermesin,  bizi pkk'dan,
işid'den koruyo. Bak sıkıyönetim gibi ortalık e
lazım tabii ki. Sonra biz napardık elin teröristi
köye gelse.'

Pöfff cennet cennet dedik. Al sana cennet!!!
Not: Buraları çok seviyorum. Sinirim geçicidir ;)

10 Temmuz 2015 Cuma

Topluluğumuzun genişlemesi ve mucizeler

Bir ayı aşkın zamandır yazmadım(k) buraya, bunun sonucunda o kadar çok şey var ki paylaşmak istediğim... ((:

Öncelikle fena halde afiyetteyiz, bunu net olarak söyleyebilirim. Topluluğumuzda hayat zaten güzeldi, yine güzel; gelen gidenler zaten güzelleştiriyordu, şimdi bunu yine yapıyorlar; bir de bugünlerde yeni gelişmeler ve bir takım sihirli durumlar vuku bulunca iyice tadından yenmez oldu.

Kış ve Bahar boyunca çok sayıda gelen/giden olduktan sonra -şaşırtıcı ama- bir aya yakın bir süre (hem de yaz aylarındayız artık) pek kimse gelmedi. Haziran sonlarına doğru ise yine hareketlenmeye başladık.

Bu arada Begüm Çanakkale ve İstanbul turnesine çıkarken ben de bir haftalığına Alanya'ya (annemlerin yanına), sonra da iki günlüğüne Flora'ya gidip geldim.

Derken misafir sezonu açıldı. Burcu'nun köyde yalnız kaldığı dönemde Doğukan ve Meltem geldiler -ve galiba- iki gün kaldılar. Sonra tam da Flora'dan döndüğüm gün Gülşen ve Gülseren (çok datlı kızları Rima <2,5> ve Azize <10> ile) geldiler. Hatta Gülşen de Flora'daydı zaten ve onla beraber geldik. Burada şöyle bir ilginç durum oldu. Burcu da ben de ikisini de tanımıyorduk aslında (ve onlar da birbirlerini tanımıyorlardı). Sadece Burcu ile bolobolo* üzerinden bir şekilde tanışmışlar ve her iki ana-kızın da bizimki gibi bir hayata geçme niyetleri varmış. Telefonda çok güzel bir iletişim kurulduğu ve kendini yakın hissettiği için Burcu da onları buraya davet etti. Her ikisi de aynı gün geldiler ve üç dört gün bizde kaldılar. Bu taraflarda kiralık ev falan da baktık biraz ve Gülşenler yuvalarını buldular bile. Bizimkinde değil ama Dalyan yakınlarında başka bir köyde (hatta dün taşınmış olmalılar). Onlar buradayken, bir de bisiklet turuna çıkmış Atakan, Gizem ve Nevra geldiler ve bir akşam misafirimiz oldular. Ve yine, Burcu bu üç kişiden hiçbirini tanımıyordu, bense sadece Atakan'ı tanıyordum (kızları ise facebook üzerinden biliyordum sadece). Yani mesela o akşam, birkaç gün öncesine kadar sadece birine yüzyüze tanıdığım ikisi çocuk yedi misafirimiz vardı. İşin daha da ilginci, öyle bir hayat yaşıyoruz ve zaten öyle acayip şeyler oluyor ki bu durumun ilginçliğini bile sonradan fark ettik. O kadar normalleşti ki bu tip olaylar bizim için...

Bu süreçte önemli bir haber aldık. Bizim hemen yanıbaşımızda bir prefabrik ev var; ev sahibi, bizim komşuların kızı. Orayı geçen yıl başka bir arkadaşımız tutmuştu ama iş güç yoğunluğundan pek sık gelemiyordu. Üstüne bir de annesinin hastalık durumu eklenince, bu evin kiracısı olmaktan vazgeçti. Öyle olunca biz devreye girdik. Zira bu evin varlığı topluluğumuzun genişlemesi yolunu açabilirdi ve/veya gerek Burcu'nun keçe işleri gerekse benim yazma-çizme-okumalarım için ihtiyacımız olan alana kavuşabilirdik. Böyle olunca da yandaki evi Ağustos'tan itibaren kiralayıverdik! Evi nasıl kullanacağımız (Burcu'ya, bana çalışma alanı mı, bir veya birkaç kişiye yaşam alanı mı...) konusu belirsizdi ama süreçte bir şekilde hallolurdu herhalde ve -aşağıda okuyacağınız üzere- görünen o ki halloldu da.

Begüm döndükten bir gün sonra Günnur ziyaretimize geldi bir günlüğüne. Onla da bol sohbetli ve paylaşımlı bir gün geçirdikten sonra biz Gülengül'e (Göcek'in bir köyünde yaşayan arkadaşımız) gittik. Ben, Burcu ve Begüm'ün yanısıra Dalyan'da yaşayan arkadaşımız Kenan. Oraya giderken de -sağ olsun- Aylin arabasını ödünç verdi bize, onla gittik. Gerçi Gülengül'ün köyüne giden dik toprak yolda araba birkaç kere yolda kaldı ama bir şekilde halletik ve sağ salim vardık oraya.

İki gün kaldık ve pek de keyifli geçti. Bol bol sohbet, paylaşım vs... Bunun yanı sıra iki önemli konuyla ilgili önemli kararlar aldık. Birincisi, bahsettiğim evin kullanımı konusunu Gülengül'le konuştuk. Zira uzun zamandır Gülengül de hayallerimize ortak, hatta burada bizle yaşamasa bile aslında topluluğumuzun bir parçası. Bu ev durumu ortaya çıkınca ilk olarak ona açtık konuyu ve -şimdilik deneme mahiyetinde- buraya gelmeye karar verdi. Durumlarda bir değişiklik olmazsa Eylül ayından itibaren altı ay boyunca burada bizle yaşayacak ve nasıl gittiğine bakacağız. Ama evi tamamen Gülengül'e tahsis etmek gibi değil (zaten ortak alanlarımız için halihazırdaki ev mevcut) de o evin bir odasında Gülengül kalacak; bir odasını çalışma, yazma-çizme odası yapacağız, muhtemelen salon da Burcu'nun keçe atölyesi olacak. Pek verimli ve mekanla ilgili bütün ihtiyaçlarımızın karşılandığı bir çözüm oldu böylece ve hepimiz pek memnunuz bu durumdan! Bakalım neler yaşayacağız... Bunla birlikte Bülent hala ortalarda olmadığı için halen boş bir odamız daha var ve kısa ya da uzun süreli olabilir, buraya bir kişinin (erkek olmasını çok çok tercih ediyoruz) daha gelebileceğini düşünüyoruz. Böylece daha fazla sayıda ve farklı kişilerle birlikte yaşama deneyimi kazanmış oluruz diye düşünüyoruz.

İkincisi, nihayet kitabımla ilgili karar vermiş olmam oldu. (Bu blogu okuyanların çoğu biliyordur sanırım yaşadıklarımı kitaplaştırdığımı) Göndermiş olduğum yayınevlerinin çoğunun bunu basmayı kabul etmemesi beni başka bir seçeneğe itiyor ki bu seçenek birden, normal yollarla basımdan da çok heyecanlandırmaya başladı beni. Burada detaya girmeyeceğim ama kolektif bir çalışma ile hem basım maliyetleri ile hem diğer konularla hem de basıldıktan sonra dağıtım süreci ile ilgili topluluktan destek isteyeceğim. Aslında en baştan beri bunu bu şekilde yapma fikri içimde yer ediyordu ama ilk kitabın klasik şekilde, devamı gelirse onların alternatif yollarla basılmasının daha iyi olacağına karar vermek üzereyken bir anda çok netleştiğimi hissettim bu konuda. Velhasıl bu konu da belli bir yörüngeye girmiş oldu. Önümüzdeki günlerde/haftalarda buna dair gelişmeleri ve destek çağrımı mutlaka duyarsınız zaten. ((:

Bu arada eve nihayet internet bağlattık (hatta bu sabah bağlandı). Şimdiye kadar mobil modemle idare ediyorduk, bundan sonra ortak modemle ve sınırsız internet bağlantısıyla internet semalarında fink atacağız, pek mesuduz. İstanbul'dan Atakan'la modemini bize gönderen Şaziye'ye de buradan çok teşekkür ederiz!

Şimdi ise gelelim mucizeler faslına. Gerçi bu mucizeler uzun zamandır etrafım(ız)da, beni/bizi fena halde kuşatmış durumdalar. Sürekli olarak bir takım rastlantılar (?) ve güzellikler oluyor. Ama gerçekten de hiç olmayacak şeyler... Ve bu durumun sürekliliğine rağmen hala şaşırıyorum bunlara.

Kronolojik olarak gitmek gerekirse, birincisi, artık bir karatahtamız var. Henüz eve getiremedik belki ama ilk fırsatta getiriyoruz. Şöyle oldu: Aslında birkaç aydır Burcu'yla ahh bir karatahtamız olsa deyip duruyorduk. Zira yapılacak işler, alışveriş listeleri, notlar, misafirlere hatırlatmalar gibi birçok konuda öyle bir alana ihtiyacımız oluyordu. İşte özel bi' boya varmış, o boyayı duvara sürünce duvar kara tahta haline geliyormuş, falan filan deyip duruyorduk ama yeterince araştırmış da değildik konuyu. Sonra geçenlerde Dalyan'daki arkadaşımız İlksenlerin oteline gittik. O gün oraya gitme nedenimiz ayrıca çok güzeldi, bir internet sitesinden yaklaşık %60 indirimli 12 tane kitap almıştık (Siz de bunu yapmak isterseniz bana yazın, destek olayım. Durumu anlatıp yazıyı iyice uzatmayayım.) ve kargocuların köye getirme şansları olmadığı için adres olarak orayı göstermiştik. Kitapları aldığımız gün ta ilerde bir karatahta ilişti Burcu'nun gözüne. İlksen'e sordu öylesine "ne iş abi bu?" diye, gelen cevap ilginçti. Bir ara ona menüleri yazıyorlarmış ama şimdi zaten baskı yaptıkları için tahta boşa çıkmış, hatta ondan kurtulmayı düşünüyor(lar)mış. E tabii atladık biz hemen, o da alabileceğimizi söyledi. Böylece 215 cm - 135 cm dev bir tahtamız oldu. İlk fırsatta getireceğiz bakalım. Belki ikiye bölüp iki tahtaya da çevirebiliriz.

İkincisi, başım(ız)a gelen, gelmiş geçmiş en acayip güzelliklerin en acayibiydi herhalde. Geçen ay Alanya'ya giderken, yolların beni -özellikle bazı güzergahlarda- çok yorduğunu fark ettim. Özellikle Antalya taraflarına gitmek mesela. Bir yandan çok yakın gibi görünen, diğer yandan bitmek bilmeyen baĞzı yollar. Yani, bana öyle geliyor en azından. Otostopla gitmek istesem bu sıcaklarda çok zor; otobüsle gitsem, nedendir bilmem fena halde içim sıkılıyor artık otobüslerde. Yolda bir ara bir de baktım ki 33 yıldır ilk kez altım(ız)da bir araba olsa da şu seyahatleri rahat rahat gerçekleştirsek diye hayaller kuruyorum. (Aslında -bu satırları okuyanların birçoğunun bildiği ya da en azından tahmin edebileceği üzere- bireysel araba kullanımını çok da tasvip etmiyorum. Yani herkesin tercihlerine saygım sonsuz ama ben bunu yapmayı çok istemiyorum. Ki şu anda sorgulama hallerim devam ediyor zaten ve muhtemelen içimden sohbetler'de buna dair yazıp iç sorgulamalarımı daha uzunca paylaşırım.) Hatta dönüşte Burcu'ya da bahsettim bunu hayal ettiğimden, birlikte seyahat edebileceğimizden, hatta hem yol parasını hem de saldığımız karbonları paylaşmak için yolyola ve blabla gibi uygulamalardan bulduğumuz başkalarını da yolculuklara dahil edebileceğimizden... Sonra geçenlerde bir arkadaşımızla görüşecektik (ilerleyen zamanlarda konuyla ilgili fikir değişikliği vs. olabilir diye şimdilik isim vermiyorum, zor durumda kalmasın<lar>) ki bildiğimiz kadarıyla onların Güney'de sadece yazın (o da topu topu iki ay civarında) kullandıkları bir arabaları vardı. O gelmeden önce Burcu ve Begüm'le sohbet ederken dedim hatta "Yaa, keşke kışın bize verseler arabalarını, oraya buraya gideriz ne güzel!" diye. Sonra arkadaşımız görüştüğümüzün ilk saatinde "Size bir teklifimiz var!" demez mi ve "Kabul ederseniz bizim arabayı kışın size emanet edelim, kullanın, yazın geldiğimizde alırız yine." diye devam etmez mi... Artık temiz kalplilik mi, melekler tarafından desteklemek mi, başka bir şey mi bilmiyorum ama bu da oldu sayın seyirciler. Kendi adıma iç sorgulamalarım devam ediyor olmakla birlikte Ağustos ortasından itibaren bir de arabamız var artık.

Üçüncü ve sonuncuya geldik. Ama önce belirteyim ki Çarşamba'dan beri üç yeni misafirimiz daha vardı. Can dostlarımızdan Hülya'nın yanısıra bizim ahalinin nerdeyse tamamının tanıdığı ve hepsinin çok sevdiği ama benim bir türlü denk gelemediğim ve çok merak ettiğim Kamyar (İran'lı) ve yine henüz tanışmamış olduğum Seda. Hülya'nın ve Kamyar-Seda ikilisinin birbirinden habersiz bir şekilde aynı gün, nerdeyse aynı saatlerde gelmiş olmalarını, Hülya ve Kamyar'ın da önceden iyi arkadaş olduklarını artık söylemiyorum bile. Pek keyifli iki gün geçirdik ve bugün gitme vakitleri geldi. Hülya Dalyan'a gidecekti ve Begüm onu motorla götürdü. Kamyarların istikameti ise Datça'ydı. Çantaları ağır olduğu ve motorla birkaç tur yapmamız gerekeceği için, köyde arabası olan Özgür ve Tarkanlara mesaj attım sabah, Dalyan'a gidecek olurlarsa (4 km falan bu arada ve öğle sıcağında azıcık zor, hele ki çantalarla...) haber etmelerini rica ettim. Özgür'den gelen mesaj bizi yine çok şaşırtacaktı, zira kusura bakmamızı birazdan Datça'ya gideceklerini söyledi! ((: Evet, şaka gibi! Bu köyden birinin Datça'ya gidecek olma ihtimalinin yok denecek kadar az olduğu gibi aynı güne denk gelmesi iyice hiçe yakın bir ihtimal. Bizde ne oldu: Bırak aynı günü, çıkış saatleri bile tam olarak denk geldi ve Kamyarları Özgürlerle gönderiverdik Datça'ya!

Artık şaşırmaktan ve coşkulanmaktan helak oldum.

Ve bunlar sadece buradaki ortak hayatımıza ilişkin olan bitenler. Bunlara ek olarak da bir sürü güzellikler havada uçuşuyor ama bu yazının konusu değiller.

Ehh, devam... ((:

* bolobolo'dan haberdar değilseniz, kısaca, el sanatları ve zanaatkarların oluşturduğu bir topluluk olduğunu söyleyebilirim.

31 Mayıs 2015 Pazar

Mayıs ayından notlar...

Çandır Candır sakinleri pek de sakin değillerdi Mayıs ayı boyunca. Gerek etkinlikler gerekse gelen gidenler açısından pek bereketliydik yine.

Gelenler; Burcu'nun ailesi Işıl Abla ve Zafer Abi, İdil, bir hafta sonra yine İdil ((: ve Sedef, ayrıca aşağıda bahsedecek olduğum etkinlik için gelen dostlarımız idi.

Etkinliklerin ise, ikisi deplasmanda (biri şu sıralar vuku bulmakta) birisi kendi evimizdeydi:

1 - 9 Mayıs'ta, İzmir'de Şenlikli Ekonomi atölyesini düzenledim. Bir yılı aşkın süredir İzmir'de Armağan Ekonomisi atölyesi yapmak istiyordum, meğer ihtiyacım olan yeni -ve daha kapsayıcı- bir isimmiş. Yeni ismiyle -ve küçük değişikliklerle- yaklaşık 15 kişi, keyifli ve güçlendirici bir gün geçirdik. Paraya, armağana, topluluk oluşturmaya yönelik bir takım çemberler ve oyunlardan ibaretti. İzmir yakın, devamını getirmeyi çok istiyorum.

2 - 16-19 Mayıs'ta, ilk kez bir etkinlik için yaşam alanımızı açtık ve Topluluk "Can"dır dedik. -Hayatta her şeyin, tam da istediğimiz gibi olmasına canlı bir kanıt olarak- belirlemiş olduğumuz 10 kişilik kontenjana karşılık, gelebilen kişi sayısı son gün katılımıyla tam da 10 oldu. Üç tam günü biraz aşkın sürede, topluluk olmaya dair oturumlar, çemberler yaptık. Ama konuşmakla kalmadık, bu süreci deneyimledik de... Yemek, bulaşık, temizlik işlerini gönüllülük esasına göre kotardık. Ayrıca gönüllülerle -geçen yıl yapmış olduğumuz- çardağa kamışlardan gölgelik yaptık (köyden Mehmet amcanın da yardımları ile). Sadece 75 saatlik bir sürecin sonunda, birbirine bağlanmış bir topluluk oluşuverdi, ne mutlu ki!

Bu ve benzeri etkinliklerin devamı gelecek gibi görünüyor. Şimdiden Eylül ve Ekim ayları için niyetimizi koyduk. İpucu olması açısından, bayramlı günlerden faydalanmayı düşünüyoruz, ajandanıza bir çizik atın isterseniz. ((:

Etkinlikten bir kahvaltı sofrası fotoğrafı (Gülengül Anıl)

Bu arada bu iki etkinlikten para armağanları da aldım/aldık, ne mutlu ki. Keyifle ve coşkuyla yaptığımız şeylerden para kazanmaya başlamamız ne kadar harika! Çok seviniyorum.

3 - Son olarak da bugün başlayan ve çarşamba gününe kadar sürecek olan Bolo Bolo Şenliği var. Bolo Bolo, Burcu'nun önayak olduğu bir oluşum. Derdi, kısaca, elleriyle üretim yapan sanatçı ve zanaatkarları bir araya getirmek, aralarında her alanda dayanışma oluşturmak. Birkaç ay önce, önce Burcu'nun kafasında, sonra facebook üzerinde kurulan grup, hızla yüz yüze kocaman bir toplaşmaya evrildi. Flora'nın ev sahipliğinde, yağmur-rüzgar eşliğinde toplandılar bugün. Umarım güzel geçiyordur.

Etkinlikler dışında neler oluyor...

Immm...

Gıda konusunda birtakım girişimlerimiz oldu. Bunlardan biri kendi beslenmemiz ile ilgili. Ay başlarında Bayramiç Yeniköy'den bir miktar un, bakliyat, tahin ve peynir sipariş ettik. Bakliyat haricindekiler bitti bile ((: Özellikle ekolojik yöntemlerle ve atalık buğdaylardan yapılan karışık buğday unundan yoğurmuş olduğumuz ekmeklerin lezzetini ve doyuruculuğunu anlatmam mümkün değil. Özellikle doyuruculuk kısmına çok şaşırdım! Gerçekten de söyledikleri gibi, vücut o gıdanın çok daha besleyici olduğunu anlıyor, -sözgelimi- beş dilim yerine üç dilim yediğinde doyuyor. Bunu çok açık bir şekilde fark ettim. Harika! Şimdi de bize daha yakın olan Elmalı'dan, Serdar Tanal çiftliğinden sipariş verdik, heyecanla bekliyoruz.

Doğru beslenmek için bir miktar daha fazla bütçe ayırmak gerekiyor ama bu bütçe hem doğrudan sağlığımıza etki ediyor hem de damak tadımıza. Ayrıca yukarıda da paylaştığım gibi, bu ürünlerin besleyici özellikleri daha fazla olduğu için göründüğünden daha az ekstra maliyete yol açıyorlar aslında. Ekolojik üreticileri destekliyor olmak da cabası.

Gıdayla ilgili diğer girişimimiz, geçtiğimiz salı günü Dalyanlı tüketicilerle (yeni terminoloji ile "türetici" adayları da diyebiliriz) Çandır'lı üretici köylüleri buluşturmak oldu. Yerel ticaret, yerel tüketim, yerel ilişkilerin geliştirilmesi, köylüler için maddi gelir kapısı, Dalyanlılar için daha doğru beslenme gibi birçok faydası olabilecek bu etkinliğe katılım epey düşük olduysa da bu yönde adım atmış olmaktan mutluluk duyuyorum(z).

Son olarak, köyde çok güzel dayanışma örnekleri yaşıyoruz. Zaman zaman köylüleri ziyaret ediyor, onlarla vakit geçiriyoruz. Onlar bize tecrübelerini aktarıyor, özellikle tarıma-toprağa yönelik sorularımızı cevaplıyor, bize tohum vs. veriyorlar. Köyün diğer şehirden göçgünleri ile de birçok konuda destekleşiyoruz. Köyde olmadığımızda Özgür tohumları ve bahçeyi suluyor, internet kotamız dolunca Kayhanlar evin anahtarını bize bırakmayı teklif ediyorlar, etkinlik sonrası koca çantalarla yürüyemeyecek misafirlerimizi Bilge kayığa kadar götürüyor, -Dalyan'da- Celiller apar topar İzmir'e gidip Mavi'yi dünyaya getirdikleri günlerde biz her gün karşıya geçip kedi-köpeklerini besliyoruz, onlar bizi hemen her hafta Ortaca'ya pazara götürüyorlar.

En şahanesi de Burcu'nun anne babası geleceği zaman, Dalyan'da Celil'in arabasını ödünç alıp havaalanından onları alıp getirmemiz, karşıda, bizim köydeki ulaşımımız için de Özgür'ün arabasını -hem de birkaç günlüğüne- gasp etmemizdi. Arabası olmayan bir topluluk olarak "huu" dediğimiz anda iki kişinin sorgusuz sualsiz bunu bize sağlamaları çok kıymetliydi gerçekten de.

Çandır'da güzeliz, keyifliyiz, bol üretim halindeyiz. İletişimimiz epey kuvvetli, -sanırım- her şeyi birbirimizle paylaşabiliyor, kendimizi net bir şekilde ifade ediyoruz. Çember, hayatımızın ta kendisi haline geldi, her anımıza sızdı. Bu arada birbirimizi, ihtiyaçlarımızı gözetiyoruz.

---

Bülent hala yok, en azından bir süre daha Gelibolu'da gibi görünüyor. Yokluğunda bir süreliğine başkalarıyla da daha uzun süreli bir arada olmayı, birlikte yaşamayı deneyimlemeyi düşünüyoruz bir yandan ama henüz icraata geçemedik.