10 Temmuz 2015 Cuma

Topluluğumuzun genişlemesi ve mucizeler

Bir ayı aşkın zamandır yazmadım(k) buraya, bunun sonucunda o kadar çok şey var ki paylaşmak istediğim... ((:

Öncelikle fena halde afiyetteyiz, bunu net olarak söyleyebilirim. Topluluğumuzda hayat zaten güzeldi, yine güzel; gelen gidenler zaten güzelleştiriyordu, şimdi bunu yine yapıyorlar; bir de bugünlerde yeni gelişmeler ve bir takım sihirli durumlar vuku bulunca iyice tadından yenmez oldu.

Kış ve Bahar boyunca çok sayıda gelen/giden olduktan sonra -şaşırtıcı ama- bir aya yakın bir süre (hem de yaz aylarındayız artık) pek kimse gelmedi. Haziran sonlarına doğru ise yine hareketlenmeye başladık.

Bu arada Begüm Çanakkale ve İstanbul turnesine çıkarken ben de bir haftalığına Alanya'ya (annemlerin yanına), sonra da iki günlüğüne Flora'ya gidip geldim.

Derken misafir sezonu açıldı. Burcu'nun köyde yalnız kaldığı dönemde Doğukan ve Meltem geldiler -ve galiba- iki gün kaldılar. Sonra tam da Flora'dan döndüğüm gün Gülşen ve Gülseren (çok datlı kızları Rima <2,5> ve Azize <10> ile) geldiler. Hatta Gülşen de Flora'daydı zaten ve onla beraber geldik. Burada şöyle bir ilginç durum oldu. Burcu da ben de ikisini de tanımıyorduk aslında (ve onlar da birbirlerini tanımıyorlardı). Sadece Burcu ile bolobolo* üzerinden bir şekilde tanışmışlar ve her iki ana-kızın da bizimki gibi bir hayata geçme niyetleri varmış. Telefonda çok güzel bir iletişim kurulduğu ve kendini yakın hissettiği için Burcu da onları buraya davet etti. Her ikisi de aynı gün geldiler ve üç dört gün bizde kaldılar. Bu taraflarda kiralık ev falan da baktık biraz ve Gülşenler yuvalarını buldular bile. Bizimkinde değil ama Dalyan yakınlarında başka bir köyde (hatta dün taşınmış olmalılar). Onlar buradayken, bir de bisiklet turuna çıkmış Atakan, Gizem ve Nevra geldiler ve bir akşam misafirimiz oldular. Ve yine, Burcu bu üç kişiden hiçbirini tanımıyordu, bense sadece Atakan'ı tanıyordum (kızları ise facebook üzerinden biliyordum sadece). Yani mesela o akşam, birkaç gün öncesine kadar sadece birine yüzyüze tanıdığım ikisi çocuk yedi misafirimiz vardı. İşin daha da ilginci, öyle bir hayat yaşıyoruz ve zaten öyle acayip şeyler oluyor ki bu durumun ilginçliğini bile sonradan fark ettik. O kadar normalleşti ki bu tip olaylar bizim için...

Bu süreçte önemli bir haber aldık. Bizim hemen yanıbaşımızda bir prefabrik ev var; ev sahibi, bizim komşuların kızı. Orayı geçen yıl başka bir arkadaşımız tutmuştu ama iş güç yoğunluğundan pek sık gelemiyordu. Üstüne bir de annesinin hastalık durumu eklenince, bu evin kiracısı olmaktan vazgeçti. Öyle olunca biz devreye girdik. Zira bu evin varlığı topluluğumuzun genişlemesi yolunu açabilirdi ve/veya gerek Burcu'nun keçe işleri gerekse benim yazma-çizme-okumalarım için ihtiyacımız olan alana kavuşabilirdik. Böyle olunca da yandaki evi Ağustos'tan itibaren kiralayıverdik! Evi nasıl kullanacağımız (Burcu'ya, bana çalışma alanı mı, bir veya birkaç kişiye yaşam alanı mı...) konusu belirsizdi ama süreçte bir şekilde hallolurdu herhalde ve -aşağıda okuyacağınız üzere- görünen o ki halloldu da.

Begüm döndükten bir gün sonra Günnur ziyaretimize geldi bir günlüğüne. Onla da bol sohbetli ve paylaşımlı bir gün geçirdikten sonra biz Gülengül'e (Göcek'in bir köyünde yaşayan arkadaşımız) gittik. Ben, Burcu ve Begüm'ün yanısıra Dalyan'da yaşayan arkadaşımız Kenan. Oraya giderken de -sağ olsun- Aylin arabasını ödünç verdi bize, onla gittik. Gerçi Gülengül'ün köyüne giden dik toprak yolda araba birkaç kere yolda kaldı ama bir şekilde halletik ve sağ salim vardık oraya.

İki gün kaldık ve pek de keyifli geçti. Bol bol sohbet, paylaşım vs... Bunun yanı sıra iki önemli konuyla ilgili önemli kararlar aldık. Birincisi, bahsettiğim evin kullanımı konusunu Gülengül'le konuştuk. Zira uzun zamandır Gülengül de hayallerimize ortak, hatta burada bizle yaşamasa bile aslında topluluğumuzun bir parçası. Bu ev durumu ortaya çıkınca ilk olarak ona açtık konuyu ve -şimdilik deneme mahiyetinde- buraya gelmeye karar verdi. Durumlarda bir değişiklik olmazsa Eylül ayından itibaren altı ay boyunca burada bizle yaşayacak ve nasıl gittiğine bakacağız. Ama evi tamamen Gülengül'e tahsis etmek gibi değil (zaten ortak alanlarımız için halihazırdaki ev mevcut) de o evin bir odasında Gülengül kalacak; bir odasını çalışma, yazma-çizme odası yapacağız, muhtemelen salon da Burcu'nun keçe atölyesi olacak. Pek verimli ve mekanla ilgili bütün ihtiyaçlarımızın karşılandığı bir çözüm oldu böylece ve hepimiz pek memnunuz bu durumdan! Bakalım neler yaşayacağız... Bunla birlikte Bülent hala ortalarda olmadığı için halen boş bir odamız daha var ve kısa ya da uzun süreli olabilir, buraya bir kişinin (erkek olmasını çok çok tercih ediyoruz) daha gelebileceğini düşünüyoruz. Böylece daha fazla sayıda ve farklı kişilerle birlikte yaşama deneyimi kazanmış oluruz diye düşünüyoruz.

İkincisi, nihayet kitabımla ilgili karar vermiş olmam oldu. (Bu blogu okuyanların çoğu biliyordur sanırım yaşadıklarımı kitaplaştırdığımı) Göndermiş olduğum yayınevlerinin çoğunun bunu basmayı kabul etmemesi beni başka bir seçeneğe itiyor ki bu seçenek birden, normal yollarla basımdan da çok heyecanlandırmaya başladı beni. Burada detaya girmeyeceğim ama kolektif bir çalışma ile hem basım maliyetleri ile hem diğer konularla hem de basıldıktan sonra dağıtım süreci ile ilgili topluluktan destek isteyeceğim. Aslında en baştan beri bunu bu şekilde yapma fikri içimde yer ediyordu ama ilk kitabın klasik şekilde, devamı gelirse onların alternatif yollarla basılmasının daha iyi olacağına karar vermek üzereyken bir anda çok netleştiğimi hissettim bu konuda. Velhasıl bu konu da belli bir yörüngeye girmiş oldu. Önümüzdeki günlerde/haftalarda buna dair gelişmeleri ve destek çağrımı mutlaka duyarsınız zaten. ((:

Bu arada eve nihayet internet bağlattık (hatta bu sabah bağlandı). Şimdiye kadar mobil modemle idare ediyorduk, bundan sonra ortak modemle ve sınırsız internet bağlantısıyla internet semalarında fink atacağız, pek mesuduz. İstanbul'dan Atakan'la modemini bize gönderen Şaziye'ye de buradan çok teşekkür ederiz!

Şimdi ise gelelim mucizeler faslına. Gerçi bu mucizeler uzun zamandır etrafım(ız)da, beni/bizi fena halde kuşatmış durumdalar. Sürekli olarak bir takım rastlantılar (?) ve güzellikler oluyor. Ama gerçekten de hiç olmayacak şeyler... Ve bu durumun sürekliliğine rağmen hala şaşırıyorum bunlara.

Kronolojik olarak gitmek gerekirse, birincisi, artık bir karatahtamız var. Henüz eve getiremedik belki ama ilk fırsatta getiriyoruz. Şöyle oldu: Aslında birkaç aydır Burcu'yla ahh bir karatahtamız olsa deyip duruyorduk. Zira yapılacak işler, alışveriş listeleri, notlar, misafirlere hatırlatmalar gibi birçok konuda öyle bir alana ihtiyacımız oluyordu. İşte özel bi' boya varmış, o boyayı duvara sürünce duvar kara tahta haline geliyormuş, falan filan deyip duruyorduk ama yeterince araştırmış da değildik konuyu. Sonra geçenlerde Dalyan'daki arkadaşımız İlksenlerin oteline gittik. O gün oraya gitme nedenimiz ayrıca çok güzeldi, bir internet sitesinden yaklaşık %60 indirimli 12 tane kitap almıştık (Siz de bunu yapmak isterseniz bana yazın, destek olayım. Durumu anlatıp yazıyı iyice uzatmayayım.) ve kargocuların köye getirme şansları olmadığı için adres olarak orayı göstermiştik. Kitapları aldığımız gün ta ilerde bir karatahta ilişti Burcu'nun gözüne. İlksen'e sordu öylesine "ne iş abi bu?" diye, gelen cevap ilginçti. Bir ara ona menüleri yazıyorlarmış ama şimdi zaten baskı yaptıkları için tahta boşa çıkmış, hatta ondan kurtulmayı düşünüyor(lar)mış. E tabii atladık biz hemen, o da alabileceğimizi söyledi. Böylece 215 cm - 135 cm dev bir tahtamız oldu. İlk fırsatta getireceğiz bakalım. Belki ikiye bölüp iki tahtaya da çevirebiliriz.

İkincisi, başım(ız)a gelen, gelmiş geçmiş en acayip güzelliklerin en acayibiydi herhalde. Geçen ay Alanya'ya giderken, yolların beni -özellikle bazı güzergahlarda- çok yorduğunu fark ettim. Özellikle Antalya taraflarına gitmek mesela. Bir yandan çok yakın gibi görünen, diğer yandan bitmek bilmeyen baĞzı yollar. Yani, bana öyle geliyor en azından. Otostopla gitmek istesem bu sıcaklarda çok zor; otobüsle gitsem, nedendir bilmem fena halde içim sıkılıyor artık otobüslerde. Yolda bir ara bir de baktım ki 33 yıldır ilk kez altım(ız)da bir araba olsa da şu seyahatleri rahat rahat gerçekleştirsek diye hayaller kuruyorum. (Aslında -bu satırları okuyanların birçoğunun bildiği ya da en azından tahmin edebileceği üzere- bireysel araba kullanımını çok da tasvip etmiyorum. Yani herkesin tercihlerine saygım sonsuz ama ben bunu yapmayı çok istemiyorum. Ki şu anda sorgulama hallerim devam ediyor zaten ve muhtemelen içimden sohbetler'de buna dair yazıp iç sorgulamalarımı daha uzunca paylaşırım.) Hatta dönüşte Burcu'ya da bahsettim bunu hayal ettiğimden, birlikte seyahat edebileceğimizden, hatta hem yol parasını hem de saldığımız karbonları paylaşmak için yolyola ve blabla gibi uygulamalardan bulduğumuz başkalarını da yolculuklara dahil edebileceğimizden... Sonra geçenlerde bir arkadaşımızla görüşecektik (ilerleyen zamanlarda konuyla ilgili fikir değişikliği vs. olabilir diye şimdilik isim vermiyorum, zor durumda kalmasın<lar>) ki bildiğimiz kadarıyla onların Güney'de sadece yazın (o da topu topu iki ay civarında) kullandıkları bir arabaları vardı. O gelmeden önce Burcu ve Begüm'le sohbet ederken dedim hatta "Yaa, keşke kışın bize verseler arabalarını, oraya buraya gideriz ne güzel!" diye. Sonra arkadaşımız görüştüğümüzün ilk saatinde "Size bir teklifimiz var!" demez mi ve "Kabul ederseniz bizim arabayı kışın size emanet edelim, kullanın, yazın geldiğimizde alırız yine." diye devam etmez mi... Artık temiz kalplilik mi, melekler tarafından desteklemek mi, başka bir şey mi bilmiyorum ama bu da oldu sayın seyirciler. Kendi adıma iç sorgulamalarım devam ediyor olmakla birlikte Ağustos ortasından itibaren bir de arabamız var artık.

Üçüncü ve sonuncuya geldik. Ama önce belirteyim ki Çarşamba'dan beri üç yeni misafirimiz daha vardı. Can dostlarımızdan Hülya'nın yanısıra bizim ahalinin nerdeyse tamamının tanıdığı ve hepsinin çok sevdiği ama benim bir türlü denk gelemediğim ve çok merak ettiğim Kamyar (İran'lı) ve yine henüz tanışmamış olduğum Seda. Hülya'nın ve Kamyar-Seda ikilisinin birbirinden habersiz bir şekilde aynı gün, nerdeyse aynı saatlerde gelmiş olmalarını, Hülya ve Kamyar'ın da önceden iyi arkadaş olduklarını artık söylemiyorum bile. Pek keyifli iki gün geçirdik ve bugün gitme vakitleri geldi. Hülya Dalyan'a gidecekti ve Begüm onu motorla götürdü. Kamyarların istikameti ise Datça'ydı. Çantaları ağır olduğu ve motorla birkaç tur yapmamız gerekeceği için, köyde arabası olan Özgür ve Tarkanlara mesaj attım sabah, Dalyan'a gidecek olurlarsa (4 km falan bu arada ve öğle sıcağında azıcık zor, hele ki çantalarla...) haber etmelerini rica ettim. Özgür'den gelen mesaj bizi yine çok şaşırtacaktı, zira kusura bakmamızı birazdan Datça'ya gideceklerini söyledi! ((: Evet, şaka gibi! Bu köyden birinin Datça'ya gidecek olma ihtimalinin yok denecek kadar az olduğu gibi aynı güne denk gelmesi iyice hiçe yakın bir ihtimal. Bizde ne oldu: Bırak aynı günü, çıkış saatleri bile tam olarak denk geldi ve Kamyarları Özgürlerle gönderiverdik Datça'ya!

Artık şaşırmaktan ve coşkulanmaktan helak oldum.

Ve bunlar sadece buradaki ortak hayatımıza ilişkin olan bitenler. Bunlara ek olarak da bir sürü güzellikler havada uçuşuyor ama bu yazının konusu değiller.

Ehh, devam... ((:

* bolobolo'dan haberdar değilseniz, kısaca, el sanatları ve zanaatkarların oluşturduğu bir topluluk olduğunu söyleyebilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder