Bir oyun oynayalım dedim kendi kendime.
Oyunun ismi “tanı, kulak ver, hisset”.
Tam şu anda ne yapıyorsun?
Hangi ses çalınıyor kulağına?
Tanıdığın zaman etrafına, ilk ne
çarpıyor gözüne?
Burnundan giren nefesi fark et,
hangi koku eşlik ediyor nefesine?
Bugünlerde ne şaşırttı, ne
heyecanlandırdı, ne mutlu etti seni? Bugünlerde seni üzen bir şey oldu mu?
En yakın ağaca ne kadar uzaksın?
Nasıl bir ağaç ola ki bu?
En son ne zaman daha önce hiç
görmediğin bir kuşa rastladın?
“Komşu komşu huu” diyen oldu mu oturduğun
yerde? Ne anlattın ona, ne anlattı sana?
Önce ben yanıtlayayım sonra sen…
Tam şu anda tıkır tıkır yazı
yazıyorum. Bak, yazdım ve geçti işte “tam şu an”… Zamanın büyüsünü
derinliklerimde hissediyorum yazarken. Hep orada olan hiç geçmeyen “an”ın yanılsamasını
hatırlamama yardımcı oluyor yazmak.
Kulağımda, sobanın içindeki
havayı telaşla çeken rüzgarın sesi var. Oysaki bugünlerde bize kışı hatırlatan
rüzgâr ile daha yeni anlaşma yapmıştık; zamanında, yerinde ve yeterince
yapacaktı ziyaretlerini. Anlamaya çalışıyorum tabiatın doğasını, ilmini. Sadece
çalışıyorum…
Tam karşımda yarı aydınlık
baharat kokan mutfak, sol yanımda hikâye dolabı, içinde masallar, büyüler,
niyetler, dilekler, renkler, emekler, oyunlar, fallar, para kasesi, kristaller,
balmumları… Daha bir yıl olmadı taşınalı ama her yerinden anı taşıyor evimizin,
etrafıma şöyle bir baktığımda(tanıdığımda) o anılara dair hikayeleri görüyorum.
Geçenlerde yine soğuk olduğunda
ekmeği sobada pişirmiştik, ben yemeğin sohbetine dalmış ekmeği unutmuş üstünü
azcık yakmıştım. Şimdi derin bir soluk alıyorum ve soluğuma misss gibi ekşi
maya eşlik ediyor.
Bugünlerde tarifi zor duygular
var içimde; hafif bir telaş, hafif bir ne yapacağını bilememe hali, hafif bir
heyecanla dolu kararlılık, hafif buruk bir neşe, hafif kuvvette bir iştah,
hafiften hallice bir iyimserlik, hafiften hallice bir arkadaş özlemi.
Bahardandır… J
En yakın ağaca 15-20 adım kadar
yakınım. Üstü koyu altı parlak, altı koyu üstü parlak yapraklı, meyvesiyle
kahvaltımızı şenlendiren, adına kitaplar döşenen kıymetlimiz ağaç…
Daha önce hiç rastlamadığım bir
kuşu görmedim yakınlarda ama sesini işittim. İki üç gün önceydi sanırım, kulak
kesildim bekledim görürüm diye ama fıstık çamının sık dikenleri arasında
saklandı, çıkmadı.
Bu sabah Güllü Abla “Huu” diye
ünledi, elektriğin kesilmesiyle yoğurdu da dövememiş başka iş de tutamamış bize
gelmek istemiş. Gelirken de eli boş gelmedi, şu sıralar çok cömert tavukların
yumurtalarından getirdi. Bahçeye, fidelere ve tohumlarımıza baktı, bir sürü
tavsiye verdi, köyden haberleri iletip gitti. Öğleden az sonra ziyaret sırası
bizdeydi; Refiye Teyze’ye uğradık, kırptıkları kuzu yünlerine baktık, keçe ile
uğraştığımı duyunca “bize de öğret, çıraklık edeyim sana” dedi. Bu kadar güzel
bir kadın en son ne zaman gördüm bilmiyorum. Sanırım kocaman gülüşü ve
şirinliğiydi onu güzel yapan. Öğleden çok sonra da Yörük Mehmet Amca’ya ve
Hatice Teyze’ye ziyaret yaptık. İkramları mideye, hediyeleri de çantaya
doldurup eve döndük. Hep aldık hep aldık gibi görünüyor gibi geldi şimdi; önce
yumurta sonra kuzu yünü en son da bal, zeytin, yağ…
Peki ne verdik? Komşuluk, komşuluk, komşuluk J
Çandır’da Burcu’nun halleri böyle
bugün ve oyun da şimdilik bundan ibaret.
Hele sen de bir tanı, kulak ver,
hisset…Neler oluyor, neler bitiyor, ses ver…!
Canımsın.
YanıtlaSil