11 Nisan 2015 Cumartesi

Burcu'nun Oyunu


Bir oyun oynayalım dedim kendi kendime.
Oyunun ismi “tanı, kulak ver, hisset”.


Tam şu anda ne yapıyorsun?
Hangi ses çalınıyor kulağına?
Tanıdığın zaman etrafına, ilk ne çarpıyor gözüne?
Burnundan giren nefesi fark et, hangi koku eşlik ediyor nefesine?
Bugünlerde ne şaşırttı, ne heyecanlandırdı, ne mutlu etti seni? Bugünlerde seni üzen bir şey oldu mu?
En yakın ağaca ne kadar uzaksın? Nasıl bir ağaç ola ki bu?
En son ne zaman daha önce hiç görmediğin bir kuşa rastladın?
“Komşu komşu huu” diyen oldu mu oturduğun yerde? Ne anlattın ona, ne anlattı sana?

Önce ben yanıtlayayım sonra sen…

Tam şu anda tıkır tıkır yazı yazıyorum. Bak, yazdım ve geçti işte “tam şu an”… Zamanın büyüsünü derinliklerimde hissediyorum yazarken. Hep orada olan hiç geçmeyen “an”ın yanılsamasını hatırlamama yardımcı oluyor yazmak.

Kulağımda, sobanın içindeki havayı telaşla çeken rüzgarın sesi var. Oysaki bugünlerde bize kışı hatırlatan rüzgâr ile daha yeni anlaşma yapmıştık; zamanında, yerinde ve yeterince yapacaktı ziyaretlerini. Anlamaya çalışıyorum tabiatın doğasını, ilmini. Sadece çalışıyorum…

Tam karşımda yarı aydınlık baharat kokan mutfak, sol yanımda hikâye dolabı, içinde masallar, büyüler, niyetler, dilekler, renkler, emekler, oyunlar, fallar, para kasesi, kristaller, balmumları… Daha bir yıl olmadı taşınalı ama her yerinden anı taşıyor evimizin, etrafıma şöyle bir baktığımda(tanıdığımda) o anılara dair hikayeleri görüyorum.

Geçenlerde yine soğuk olduğunda ekmeği sobada pişirmiştik, ben yemeğin sohbetine dalmış ekmeği unutmuş üstünü azcık yakmıştım. Şimdi derin bir soluk alıyorum ve soluğuma misss gibi ekşi maya eşlik ediyor.

Bugünlerde tarifi zor duygular var içimde; hafif bir telaş, hafif bir ne yapacağını bilememe hali, hafif bir heyecanla dolu kararlılık, hafif buruk bir neşe, hafif kuvvette bir iştah, hafiften hallice bir iyimserlik, hafiften hallice bir arkadaş özlemi. Bahardandır… J

En yakın ağaca 15-20 adım kadar yakınım. Üstü koyu altı parlak, altı koyu üstü parlak yapraklı, meyvesiyle kahvaltımızı şenlendiren, adına kitaplar döşenen kıymetlimiz ağaç…



Daha önce hiç rastlamadığım bir kuşu görmedim yakınlarda ama sesini işittim. İki üç gün önceydi sanırım, kulak kesildim bekledim görürüm diye ama fıstık çamının sık dikenleri arasında saklandı, çıkmadı.  

Bu sabah Güllü Abla “Huu” diye ünledi, elektriğin kesilmesiyle yoğurdu da dövememiş başka iş de tutamamış bize gelmek istemiş. Gelirken de eli boş gelmedi, şu sıralar çok cömert tavukların yumurtalarından getirdi. Bahçeye, fidelere ve tohumlarımıza baktı, bir sürü tavsiye verdi, köyden haberleri iletip gitti. Öğleden az sonra ziyaret sırası bizdeydi; Refiye Teyze’ye uğradık, kırptıkları kuzu yünlerine baktık, keçe ile uğraştığımı duyunca “bize de öğret, çıraklık edeyim sana” dedi. Bu kadar güzel bir kadın en son ne zaman gördüm bilmiyorum. Sanırım kocaman gülüşü ve şirinliğiydi onu güzel yapan. Öğleden çok sonra da Yörük Mehmet Amca’ya ve Hatice Teyze’ye ziyaret yaptık. İkramları mideye, hediyeleri de çantaya doldurup eve döndük. Hep aldık hep aldık gibi görünüyor gibi geldi şimdi; önce yumurta sonra kuzu yünü en son da bal, zeytin, yağ…
Peki ne verdik?  Komşuluk, komşuluk, komşuluk J 

Çandır’da Burcu’nun halleri böyle bugün ve oyun da şimdilik bundan ibaret.
Hele sen de bir tanı, kulak ver, hisset…Neler oluyor, neler bitiyor, ses ver…!

1 yorum: